Gönderi

- Kitabın bir başka yerinde şöyle diyordu Campbell: Dışımızdaki değerlerin koyduğu amaçlara ulaşmak için çabalıyoruz ama bu arada içimizdeki değerleri unutuyoruz; hayatımızdaki kopukluk buradan gelmekte. Bu satırlardan, daha yeni yeni erişkin olduğu ve olgunlaştığı sonucunu çıkarmaya pek eğilimli olan Profosör, İstanbul'daki çevresinin-eski çevresinin-iç değerlerden yoksun olduğunu hep hissetmişti ama ayrıldıktan sonra daha da bilinçle kavrıyordu bunu. Bunların hepsi gazetelerin hafta sonlarında ek olarak verdiği; mankenlerle, şarkıcı ve futbolcuların aşk maceralarını, yatak odalarını anlatan parlak dergilere meraklıydılar. Televizyonlar hep bu aşklardan söz ediyordu. Gazete manşetlerinden çıplak memeler fışkırıyor ve insanlar hep bunları konuşuyordu. Belki de Campbell'in söylediği mitoloji eksikliği idi bu. Çünkü -Campbell'e değil, Profosör'e göre - özellikle Akdeniz yöresinin insanları, binlerce yıl süren mitolojik tanrılar döneminden, birdenbire kuru ve renksiz bir tek tanrı inancına yuvarlanmışlardı. Artık onları avutacak, oyalayacak, dedikodusu yapılacak tanrılar kalmamıştı ortada. O eski tanrı ve tanrıçalar ki; Olympos Dağı'nda oturur ve insanlar gibi aşık olur, kıskanır, kız kaçırır, savaşır, cezalara çarptırılır, ırza geçer ve hepsi birbirinden tuhaf bin bir macera yaşarlardı. İnsanların dillerinde de hep bu maceralar vardı ama şu yeni tek tanrılı dinlerde hayat çok sıkıcıydı doğrusu. Çünkü Tanrı tekti, kadın mı erkek mi olduğu bile belli değildi, bir biçimi yoktu ve doğal olarak hiçbir maceraya girmiyordu. Bunun üzerine insanlar eski alışkanlıklarını sürdürmek üzere kendilerine yeni tanrı ve tanrıçalar yaratmışlardı. Bunlar ya film yıldızı oluyordu, ya futbolcu, ya manken, ya politikacı, ya boğa güreşçisi, ya da tenis oyuncusu. Bu yeni tanrı ve tanrıçaların ne yaptığı ve kimin kiminle yatağa girdiği hakkında binlerce dergi yayımlanıyor, yüzlerce saat program yapılıyordu. Tek fark, Olympos Dağı'ndan, Olympos Disco'ya inmiş olmalarıydı artık. İstanbul zenginlerinin, maceralarını izledikleri yeni tanrı ve tanrıçalar, yoksul kesimden geliyordu. İstanbul'u ahtapot gibi saran gecekondularda oturan yoksul ailelerin, ne kadar uzun bacaklı, 1.80 ' in üstünde ve ince kızı varsa televizyonlara pazarlanmıştı. Bunlar önce ürkek, bakımsız ve birazda cılız halleriyle ekrana çıkarlar ama orada dikiş tutturunca dudaklarına ve memelerine silikon taktırıp kuaförlerini değiştirerek palazlanırlardı.
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.