Gönderi

Varoluşun Tanrısal Olanla İlişkisinin Ontolojik Statüsü Nedir? "Bir Martin Heidegger Yorumu" Martin Buber'in Tanrı Tutulması eserinden ilhamla yazıya dökmek istediğim bu mevzu aslında din ve modern düşüncenin günümüz toplumlarında ne ölçüde çatıştığı, bu durumun sonuçları ve Tanrının hayatlarımızın ne kadarına girmesine izin verdiğimizi anlamak açısından çözüm üretebileciğimizi düşündüren cinsten oldu, en azından kendi adıma. Bu bir sonuç değil elbette, bir cevap da değil fakat belki bir çıkış yolu, bir adım olabilir düşüncesindeyim yalnızca. Modernizmin etkisiyle din algımızda meydana gelen değişikliklerin zihnimizde yarattığı meşguliyetlerle ilgilenen yalnız ben değilimdir sanırım. Bulduğumuz çözümler bazen yok saymak, olmamış gibi görmek de olsa bununla başa çıkmanın başka bir yolu daha olmalı diye düşünmeden edemiyorum. Bir taraftan dini körü körüne savunan bir kanat, bir taraftan da -ısrarla- karşı kutba konuşlandırmak istediğimiz felsefe. Asla orta bir yol bulamamakla birlikte bu gerilimin yarattığı bir çok sorunla da karşılıyoruz şüphesiz. Görüp görebileceğimiz en büyük sorunlardan biri de kabul etmeliyiz ki Tanrının ölmüş olması fikri. İddanın sahibi büyük filozof Nietzsche, yıllar önce şöyle bir farkındalık yaratmıştı: "Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?" Üzerine yazılacak sayfalarca şey var ve kuşkusuz büyük bir itham bu. Peki bu fikirle başa çıkmak mümkün müydü, yoksa Tanrının yokluğunun umutsuzluğu Sartre'nin de dediği gibi bu umutsuzluğun diğer tarafında yeni bir hayatı mı barındırıyordu? Tanrı, savunulduğu gibi artık dirilmesi mümkün olmayan bir ad olarak mı kalmalıydı aramızda? Uzunca bir müddettir bunun aksini düşünüyordum ve kitabı okurken zihnimi berraklaştırmama yardımcı olan Martin Heidegger'in görüşleri bu noktada dikkatimi cezbetti. Başta da söylediğim gibi mucizevi şeyler söylememekle birlikte bir bakış oluşturmasını istediğim için dikkat çekmek istediğim yerleri paylaşmak istiyorum. Nietzsche'nin "Tanrı öldü" fikri diyor Heidegger, açıkça ortadadır ki sadece Tanrıdan değil, mutlaktan, dolayısıyla yalnızca dinden değil metafizikten de vazgeçmiştir. Fakat Heidegger bu kadar uç bir noktadan dahi dönülebileceğini ve yeni bir varlık anlayışıyla yeni bir fikir inşa edilebileceğini iddia eder. Bunun yolunu yeni bir varlık öğretisiyle, insan merkezli bir varlık öğretisiyle mümkün bulur. Herhangi bir konuda kayıtsız kalma fikri beni her koşulda nasıl rahatsız ediyorsa, dinî konulardaki bu tutum da aynı şeyleri hissettirmiştir elbette. Ya da şöyle bakıyorum, hayatımda mekanik ve maddi bir yeri olan, en nihayetinde günün birinde yok olup gideceği şüphesiz olan eşya ve hususlarda zihnimi çok da meşgul etmemem gerektiğini biliyorum diyelim. -ki bu bile bazen çok da mümkün olmuyor. Ve fakat hayatımı anlamlandırma, bir bakışa tutunma, basit bir söze bile inanma isteği duyan bu fıtratımı doyurma hususuna gelince, şüphesiz bu kayıtsızlığın elle tutulur hiçbir yanının olmadığını görüyorum. Heidegger, yine bu düşüncelerime temel mahiyetinde -tabir-i caizse- imdadıma yetişiyor. O, asla bizim nihilizme doğru bir çöküşe gitmememizi istiyor ve bu konularda kayıtsız kalmamamız gerektiğini söylüyor. Yine ona göre şu anda gerekli olan tek şey, dinî konular üzerinde daha fazla düşünmek ve Tanrı, kutsal gibi kelimelerin anlamlarının düşünsel açıklığa kavuşturulması. Çünkü Tanrının bizlerle olan ilişkisini tecrübe etmek istiyorsak, öncelikle bu sözcüklerin ne demek istediğine kulak vermek gerekecektir elbette. Heidegger, Tanrının yeniden sahneye çıkışını hazırlarken buna karar verecek olanın yine bizler olacağını söyleyerek devam ediyor; "Tanrının ve tanrıların yeniden görünmeye başlamasından evvelki açık zemini, ancak insanın hakikate dair düşünceleri mümkün kılar." Zamanımız ona göre fakir bir zamandır zira hem tanrılar gözden kaybolmuştur hem de henüz gelecek olan tanrı şu anda aramızda yoktur.. Zihnimde olup bitenleri böylece bırakıyorum ve diyorum ki, kayıtsızlığımız sebebiyle fakirleştiğimizi hissediyorum. Akıllarımızla yine kendi akıllarımızı fakirleştirdiğimizi de. Ne bir Tanrıya inandığımıza inanıyorum ne de felsefe adına yeni bir anlam inşa ettiğimize, ne de bunların büsbütün birbirinden farklı şeyler olabileceğine.. Tek bildiğim boşlukların dolmaya ihtiyacı olduğu ve dolmadıkça alıp götürdüğü. Şimdi ise soruyorum, Tanrıyı öldüren bu kayıtsızlık ya onu geri getiremeden bizi de alıp götürürse, o zaman yeniden inşa edecek bir ben kalır mı bizde? -Ahsen A.
·
8 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.