Bilinçdışının bilinç üzerindeki sarsılmaz tahakkümünü Freud'dan okudukça hep şu soruyu sordum: Freud’dan önce bir bilinçdışı var mıydı?
Orada var olan ancak bilinemeyen bir alan olabilir miydi ki Freud ile birlikte gün yüzüne çıkmış olsun. Öyleyse bu durum bilincin henüz var olup da bilinemeyen başka alanlarının olduğunu da önümüze sunar. Freud bu noktada insanlık için bir adım ileride ama ''ideal'' için geride olacaktı.
Freud öncesine baktığımızda karşımıza çıkan ana sonuç, Spinoza'nın irdelediği biliçdışı olgusu oluyor. Bu da ignoramus felsefesiyle bezeli bir olgu. İgnoramus, ''Bilinmezlik'' teorisidir. Bilincin ve psikolojinin irdeleyişini bilinmezlik kavramı ışığında gerçekleştirir. Bu bir nevi septik duruştur. ve anlamlandıralamayan ignoramus'tur. Uzun süre bilinçdışı üzerine düşünüyorum. ve doktora için üniversitedeki değerli öğretmenlerime* sunmak, ön tartışma yaparak üst bir tez konusu (hatta teori demem gerek) için ön çalışmasını yaptığım makalemin alt konusu da buydu. Biliçdışı'nın ötesi ya da ignoramus.
Freud, insanlık tarihinin artık geri dönülemez ilerleyişinde en büyük sıçrayışın adıdır. Bilinçdışı olgusunun ortaya çıkarılışı insanın ignoramus'a olan 'inançlı inançsızlığının' da bir tetikleyici olmuştur.
Konuyu fazla derine çekmeden kitabın özüne dönecek olursam, yazar Muckenhoupt, Freud'un reel yaşamındaki ''bilinçdışı'' sıfatını atfedebileceğimiz kişileri ve Freud'un bu isimlerle olan ilişkisini irdeliyor. Özellikle Adler ve Jung resmen Freud'un birer eksiz çalışması gibiler kitabın gösterdiği bakış açısıyla değerlendirince...
Okunmaya değer güzel kitaplardan.
