Alexis ya da Kendi Olamayanın Gecikmiş VedasıBelçika doğumlu olan yazar Marguerite Yourcenar, doğumundan kısa süre sonra annesini kaybetmiş, babası dil konusunda ona destek olarak küçük yaşta Latince ve Yunanca’yı öğretmiş. 18 yaşında da ilk şiir kitabını yine babası bastırmış. Babasıyla birlikte gerçek soyadı olan Crayencour’un harflerinin yerine değiştirip yazar soyadını oluşturmuşlar. Sonrasında büyük destekçisi babasını da kaybetmesiyle dört farklı ülkede belli dönemler yaşamış. Son olarak, ölümüne kadar Maine’e bağlı Mount Desert adasında hayatını sürdürmüş. En büyük başarısı ise, 1980’de Fransız Akademisi'ne seçilmiş ilk kadın yazar olması.
Gelelim kitaba… Nasıl bir kitaptı Alexis? Öznel tepkim: “Açıkçası, beklediğimden fazlasıydı.” Alexis için şunu diyebiliriz; şairane bir üslup, lirik dili olan bir kitap, Yourcenar tarzı, üslubu, dili kullanım biçimiyle etkileyici bir iş ortaya koymuş. Kabaca bakarsak; iç hesaplaşmaların hayat hikayesinin akışıyla verildiği bir veda mektubunu okuyoruz. Ancak tabi ki bu kadar basit değil. İçeriğe bakarsak; bir şeyleri itiraf etmekteki beceriksizliği üzerinde taşıyan derin bir mahcubiyet, incelik ve kırılganlığı görüyoruz. Kelimelerin açık kullanım yerine soyut bir alanda kalmasıyla (ya da Yourcenar tarafından bilerek soyut alanda bırakılmış olmasıyla diyelim), geniş bir anlam perspektifi doğuyor. Alexis’in bir türlü Monique’ e açık bir itirafta bulunamamasıyla, biz de karakterin kişisel sorununa sıkışmadan romana dahil olabiliyoruz. O derin sorgulamalar, kendiyle savaşımın içine bizi de katıyor. Kelimeleri, sesi, sessizliği, müziği, kendi olmayı, özlemi düşünüyoruz. Arzunun, inancın, mantığın, ahlakın ve seçimlerimizin üzerinde duruyoruz bir süre… Böylece net çizilmemiş bir gölgede hayatı görüyoruz, net çizilmiş bir resimle bir insanın hayatını izlemek yerine.
Kullandığı soyut dil ve karakterin sorununu açık etmemesi, yazarın bilinçli tercihi. Basitleştirmemek adına kelimelerini az geride bırakıyor, pencereyi daraltmadan uzağı göstermeye çalışıyor. İstiyor ki okur, Alexis de takılıp kalmasın. Yourcenar, daha en başında bize bunu: “Bir mektup, hatta mektupların en uzunu bile basitleştirilmemesi gereken şeyi basitleştirmeye zorlar bizi: Her şeyi tam olarak aktarmaya çalıştığımızda anlaşılır olmaktan uzaklaşırız daima!” diye izah ediyordu. Yani bir şeyi tam olarak anlatmaya çalışmak, belirli kelimelerle onun etrafını çevirmek onu eksiltmek oluyordu. Bu aynı zamanda anlatılmak istenenden uzaklaşmak manasına da geliyor. “Kelimeler fazla kesin oldukları için zalimdirler daima” derken, kelimelerin bu kısıtlayıcı, zorlayan, kuşatan ve eksilten tarafını anlatmaya çalışıyordu. Bunu farklı ifade biçimleriyle defalarca yaptı hem de. Eğer kelimeleri daha çok kullansaydı, onları daha somut işaretçiler olarak üzerimize salsaydı, bizler Alexis’in kişisel sorununda boğulacaktık. Onu yargılamaktan, sorunundaki kavramsal noktaya bakmaktan, yaşamı sorgulayışını ve ortaya koyduğu ince görüşleri kaçıracaktık. Kişisel olanın kişisel alanda bırakılmasıyla bir boy aynasına odaklanabildik. Çünkü hayat, Alexis’ten, yani kişisel olandan daha büyük, daha geniş ve daha kapsamlı.
Çünkü:
“Hayat, Monique, olası bütün tanımlardan daha karmaşıktır; basite indirgenmiş her imge, kaba olma riskini taşır her zaman."