Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

512 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
99 günde okudu
Azmin ve iradenin zaferi...
Öncelikle paylaşayım; ben Eskişehir'liyim. Anadolu bozkırının ortasında denizi-gölü olmayan, tren ağlarının kesişim merkezinde; iyi ve köklü sanayisi, çok verimli olmayan tarımı ve ticaret ile geçinen orta halli bir şehirdir Eskişehir. Ya da "böyle bir şehirdi" demeliyim; zira Yılmaz Büyükerşen'den önce ve Büyükerşen'den sonra iki ayrı Eskişehir var karşımızda... Osmanlı'nın son dönemlerinde kaybedilen savaşlar sonrası Rusya ve Balkanlardan kaçan Türklerin yerleştirildiği önemli merkezlerden biridir. Bu nedenledir ki Tatarların, Abazaların, Çerkezlerin, Rumeli göçmenlerinin ve yerli halkın bir arada, sorunsuz, keyifle yaşadığı bir kültür mozaiğidir. Adnan Menderes'in Demokrat Partisi hala sevilir, oldum olası orta-sağın kalelerindendir. Çocukluğumun Eskişehir'i kışın çamurlu yollarında bin güçlükle yürüdüğüm, şehrin ortasından geçen Porsuk nehrinin Sümerbank'ın ürettiği kumaşın rengine göre kimi zaman gri, kimi zaman yeşil, kimi kez bordo aktığı, keskin soğuk nedeniyle bolca yakılan kömür ve odunun yarattığı hava kirliliğinin ve sisin eksik olmadığı bir yerdi. Hatta kot pantolonlarımızın paçalarını sıvardık sokağa çıkarken; zira Sümerbank basmalarının rengine bulanmış sular yağmur ve karla yere indiğinden, çamurun lekesi elbiselerden çıkmazdı. Kışın bizi canımızdan bezdiren bu çamurlu yollar yaz olduğunda toz deryasına döner; en ufak rüzgarla o toz havaya kalkıp ağzımıza, burnumuza, gözlerimize dolar, pencerelerin her yanı özenle bantlanmasına rağmen evlerin içine girmeyi başarırdı. Kışı nasıl soğuksa yazı da o kadar sıcak olur, tek su kenarı olan Porsuk nehrini çevreleyen kafelere geceleri ailecek gidilirdi. Geceleri gidilirdi; zira aynı Sümerbank gibi nehrin kenarında kurulmuş sanayi işletmeleri atıklarını Porsuk nehrine saldığından gündüz sıcak bastırdığında leş gibi bir koku sarardı çevreyi. Sadece üniversite öğrencileri; o da anne-babaların bu öğle saatlerinde koku ve sıcak nedeniyle şehre inmeyeceğinden emin olduklarından; doluşurlardı kafelere, çekinmeden sevgili ile buluşabilme heyecanı ile... Şimdi ise bambaşka bir Eskişehir var. Parke taşlar ile kaplı bakımlı yolları, pırıl pırıl akan Porsuk nehrinde gezen gondolları, esnafın yüzünü güldüren yerli-yabancı turistleri, yazları cıvıl cıvıl olan yapay havuzları, muhteşem güzellikteki irili ufaklı parkları ile benim için masallardan çıkmış gibi bir yer. Burasının benim çocukluğumun geçtiği şehir olduğuna inanamıyorum. Şehrime turistik geziler düzenleneceğini ilk duyduğumuzda nasıl dalga geçip kahkahalarla güldüğümüz geliyor aklıma. Bizlere hayal gibi gelen bunca şeyi çalışkanlığı, inadı, ikna gücü ve dirayeti ile mümkün kılan, çoğu zaman söke söke alan 1939 doğumlu Yılmaz Büyükerşen'in mucizeyi nasıl başardığını okumak isterseniz buyrun; Cemalettin Taşçı güzel anlatmış. Kitapta Yılmaz Büyükerşen'in hayat hikayesi bir söyleşi formatında aktarılıyor. Büyükerşen'in Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nin kuruluşu, sonra hocalık ve rektörlük, akabinde ise belediye başkanlığı ile devam eden kariyerinde neler yaşadığını ve engelleri birer birer nasıl aştığını öğrenince kendisine saygım daha da arttı. Yoksul bir muhacir ailesinden gelen, tek sermayesi aklı ve cesareti olan Büyükerşen'in özellikle üslup ve tarz konusunda, günümüz siyasetçilerine örnek olmasını ve gençlere model oluşturmasını canı yürekten dilerim. Ayrıca finansal kaynakları oy hesaplarına ve yandaşlık skalasına göre dağıtılan ve bu usulün artık kanıksandığı bir ülkenin evladı olarak, "verimlilik"e bu kadar vurgu yapan bir devlet görevlisini daha önce inanın duymadım. Büyükerşen'in şehrin içinden geçen ve şehri kişiliksizleştiren otoyollara ilişkin öngörüsü ve saptamalarını da büyük coşkuyla alkışlıyorum. Bugün İstanbul'da yaşayan ve çok yakın mesafelere bile, sırf yürüyecek yol olmadığı için araçla gitmeye çalışan her İstanbul'lunun bu saçmalığı hissettiğini, ama artık kanıksadığı ve alternatifini hayal dahi edemediğinden sesini çıkarmadığını düşünüyorum. Umarım Eskişehir hiç bozulmaz ve bir ilerleme modeli olur, bu "güzel ama yalnız" ülkemizdeki diğer şehirlerimiz için... Son olarak Cemalettin Taşçı'nın da hakkını vermeliyim. Kendisi çok sevdiğim ve beğendiğim önemli bir düşünürdür. Yılmaz Büyükerşen gibi karizmatik ve etkin bir öznenin karşısında yazım dili ile ön plana geçmek istememiş, silik ve geride kalmayı, söyleşide soruları sorup çekilmeyi tercih etmiş. Bence çok da iyi yapmış, keyifli bir sohbet çıkmış ortaya. Umarım sizler de beğenirsiniz.
Zamanı Durduran Saat
Zamanı Durduran SaatCemalettin Taşçı · Doğan Kitap · 200917 okunma
·
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.