Gönderi

Türk Diplomatı Hayrete Düşüren İngiliz Müezzin Muzaffer Efendi Hazretleri, vaktiyle Londra'da diplomat olarak vazîfe yapan Enis Akaygen Bey'in şâhid olduğu ibretlik bir hâdiseyi şöyle nakletmişlerdi: Merhûm Enis Akaygen Bey, Londra'da diplomat olarak vazîfe yaptığı günlerde, hem ibâdet ve hem de yeni gelen müslümanları ziyâret maksadıyla, orada bulunan müslümanların toplandıkları ve ibâdet ettikleri yani bir bakıma mescid olarak kullandıkları bir apartman dâiresine gider ve orada özbeöz İngiliz ırkından olan bir kişinin müezzinlik yapdığını görerek kendi kendine, "Herhalde Mısır'da veya bir diğer İslâm ülkesinde tahsîl etmiş ve orada şeref-i islâm ile mübâhî olmuş bir zât olsa gerek" diye düşünür. Namazdan sonra sohbet esnasında bir fırsatını bularak müezzinlik yapan o zâta hitâben der ki: "Bu kadar güzel müezzinlik yapabildiğinize göre herhâlde Mısır’da veya bir başka İslâm ülkesinde bulunmuş ve bu işi ta'lîm etmiş olmalısınız". Aslen İngiliz olan o dîn kardeşimiz, kendisine şu cevâbı verir: "Hayır efendim, bu yaşıma gelinceye kadar, İngiltere’den hattâ Londra’dan hiç dışarı çıkmadım". Rahmetli Enis Akaygen Bey şaşırır ve sorar: "Öyleyse Kur`ân’ı nerede tahsîl ettiniz ve İslâm’ı nerede öğrendiniz?". İngiliz mühtedî hikâyesini şöyle anlatır: Günlerden bir gün elime Kur`ân-ı Azîm'in İngilizceye tercüme edilmiş bir nüshası geçdi. Okumağa başladım ve bir daha da elimden bırakamadım. Ancak, gündüz işimle gücümle uğraşdığımdan pek vakit bulamıyor ve ancak geceleri yatağa girince uykum gelinceye kadar o mukaddes kitabı okuyordum. Bu hâl böylece uzun süre devam etti. Kur`ân-ı Kerîm'in İngilizce tercümesini okumadan yapamıyordum, beni sanki büyülemiş ve kendisine bağlamışdı. Bir gece yine o kitâbı okumuş ve uyuyakalmışdım ki, rüyâmda bana nûr yüzlü bir zât göründü. O derece güzeldi ki, daha ilk bakışda insanı etkisi altına alıyordu. Kiminle teşerrüf ettiğimi kendilerinden sordum. Bana aynen şöyle buyurdu: "Her gece uykun gelsin diye okuduğun o kitâb, Allah tarafından bana nâzil olan Kur`ân-ı Azîmü'ş-Şân'dır. Ben, o Kitâb-ı Kerîm'i taraf-ı İzzet'den getiren son Peygamber Muhammed Resûlullahım. Gel bana îmân et ve iki cihânda da azîz ol" buyurdu. Kendilerine sordum, "Bir hristiyan ülkesinde yaşıyorum, İslâm'ı ve Kur`ân'ı kimden talîm edebilir, kimden öğrenebilirim?" dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bana Londra'da mahalle, cadde, numara ve hattâ apartman dâiresini bile iyice tarîf buyurarak, "Orada bir Hindli müslüman yaşamakdadır, ona git ve kendisine selâmımı teblîğ et, sana Kur`ân'ı ve İslâm'ı öğretsin, sen benim dînimin müezzini ol" emrini verdi. Büyük bir sevinç ve ferahlıkla uykudan uyandım, yatdığım odanın içine tarîf ve tavsîf edemeyeceğim nefis bir koku yayılmışdı. Sabah olmasını o günkü kadar hasret ve iştiyakla beklediğim başka bir gece hatırlamıyorum. Gün ağarırken kalkdım, yıkanıp temizlendim, temiz elbiselerimi giydim ve büyük İslâm Peygamberi'nin bana tarîf buyurdukları adrese gitdim. İşâret buyrulan apartmanı buldum ve emrolunan dâirenin kapısına geldim. İtirâf ederim ki, samîmî bir heyecân içindeydim. Acabâ neler görecek, nasıl karşılanacakdım? Apartman dâiresinin zilini çalar çalmaz açıldı ve nûr yüzlü bir zât, sanki kırk yıllık ahbâb ve samîmî arkadaş imişiz gibi beni güleryüzle karşılayarak ve bana adımla hitâb ederek, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin gönderdiği kıymetli misâfir, evime hoş geldiniz, buyurunuz, içeri giriniz" dedi. Hayret ve dehşet içinde kalmışdım. O nûr yüzlü, tatlı sözlü zât, iki cihân serverinin bana İslâm'ı ve Kur`ân'ı öğretmesi için kendisine emr ü fermân eylediğini bildirdi ve hemen derse başladık. Bu açık ve kesin kerâmet karşısında, İslâm'a, Kur`ân'a ve Peygamber-i âlî-şân'a büyük bir muhabbet ve iştiyâk ile sarıldım ve elhamdüIillah hâlis bir müslümân oldum ve emr-i peygamberî gereğince o günden beri de müslümanların ibâdet ettikleri bu mescidde fahriyyen müezzinlik yapmakdayım. Rabbimin inâyet ve hidâyetine şükürler olsun ki, tüccar terziyim ve mâlî durumum da yerindedir. İşte benim hayat hikâyem bundan ibâretdir. Efendi Hazretleri, bu ibretli hâdiseyi naklettikden sonra buyurdular ki: Allahu Teâlâ, nerede olursa olsun, hangi ülkede ve hangi ırkdan bulunursa bulunsun, dilediğine hidâyet eder ve dînine kabûl eder. Allahu Teâlâ, kim olursa olsun, nerede olursa olsun, hangi milletden, hangi ırkdan olursa olsun, dilediğini de dalâlete iletir. defter-i-ussak.blogspot.com/2016/08/turk-di...
··
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.