Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
[Spoiler'li bir yazı olup olmadığına karar veremedim. Belki biraz olabilir. Kitabı okumadan, okumayın. Sürpriz kaçırmayı hiç istemem.] #Köklenmeden, tutunmadan, akan suyun üzerinde yaşıyor gibi bir yaşamdan büyük bir varoluş sancısı ile anlam bulmaya o “Olağanüstü Gece”ye# Kitabın ilk cümlelerinden itibaren karakterin iç dünyasına iniyorsunuz ve onu çok iyi anlamaya başlıyorsunuz sanki düşünceler sizin beyninizden akıp gidiyor. Kitabın ikinci yarısında bu sefer olaylar da sizde merak uyandırmaya başlıyor bu esnada karakterin iç kavgası da hız kesmeden son sayfalara kadar devam ediyor. Kitabı özel kılan da bu iç kavga ve karakterin dönüşümü bence zaten. Kitabın konusundan kısaca bahsedecek olursak: Rahat içinde, olasılıkların ve hataların olmadığı bir hayata sahip olan adamın zamanla yaşadığını hissetmemeye başlamasını ve bu tasasız ama donuk burjuva hayatının bir gecede dönüşümünü anlatıyor kitap. Sanki biz o oluyoruz da biz dönüşüyoruz. Kitabı ana karakterin dilinden dinliyoruz. Amacının sadece kendisi için yazmak olduğunu, kendine bile açıklayamadığı şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir derdi olmadığını belirtiyor karakterimiz. Bu hali ne kadar da iyi biliyoruz değil mi? Yaşayıp da anlatamamak, kendimize bile açıklayamadığımız şeyleri başka birine açıklama fikrinin bizde meydana getirdiği anksiyete. Anlatım gayet akıcı, açık, anlaşılır. Betimlemeler olağanüstü. Kitapta geçen bir ifadeyle açıklamak gerekirse kitabın dilini. Yazar bize o olağanüstü geceyi kılavuza ve işarete ihtiyaç duymadan bir uyurgezer gibi ister gecenin ister gündüzün ortasında sadece yürekten gelen bir berraklıkla gösteriyor. Karakterimiz dönüşürken, ve varlığını anlamlandırmaya başlarken biz de aynı aşamalardan geçiyoruz. Zweig’ın ilk yaptığı şey kitlelerin içine karışma ateşini içimizde yakmak oluyor. Uzun süre yalnız kalmış, yalnızlıkla bütünleşmiş ardından toplumu gözlemleyip o kitleye girmeyi aklından geçirmiş biri Zweig’ın içimize düşürdüğü bu ateşi çok iyi anlayacaktır. “Öyle hissediyordum ki, bende onlara korkunç yabancı gelen bir şeyler vardı, bu yüzden hiçbir şekilde aralarına karışamıyor, beni saran bu yoğun kitleden kopuk bir şekilde suyun üzerindeki bir yağ damlası gibi tek başıma yüzüyordum.” Dünyaya ait biri tarafından sizin varlığınızın fark edilmesi ve o kişinin size ihtiyaç duyması.. Burjuva sınıfından birinin belki de toplum tarafından en dışlanmış, en alt tabakada görülen kişisinin bile olsa kendisinin varlığını fark etmesi ve ona ihtiyaç duymasıyla hayatın anlamını kavramasını adım adım işliyor Zweig. Varoluş amacını başkalarını sevindirmekte buluyor kahramanımız. Birilerini onlar bizden talep etmeden mutlu etmenin hazzını yaşadığımızda sonsuz evrene karıştığımızı hissederiz. Sahip olma, birbirine ait olma duygusu her şeye karışıp karakterimizin ve bizim içimize akıyor. Karakterimiz hayatın onu nereye sürüklediğini sorgulamadan, sürüklendiği yere gitmeyi tercih etti. Belki başkalarının günah diye adlandırdığı başka bir uçuruma gidecekti belki de yüceliklere sürüklenecekti. Bunu bilmiyordu ve bilmek de istemiyordu. Çünkü sadece kendi kaderlerini bir gizem olarak yaşayabilenlerin gerçek anlamda yaşadıklarına inanıyordu. Az kalsın aklımdan çıkıyordu. Bence bu kitap bize 69 sayfa boyunca hem kendi öyküsünü hem de bir kelimenin öyküsünü anlatıyor. O kelime “Esrime”. Kitabı okumadan önce bu kelimeyi bilmelisiniz ya da okuduktan sonra bu kitap size bu kelimeyi çok iyi açıklamış olmalı. İncelememi kitabın içinden aldığım bir cümleyle sonlandırmak istiyorum. “Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.”
Olağanüstü Bir Gece
Olağanüstü Bir GeceStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202351 okunma
··
10 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.