Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

280 syf.
9/10 puan verdi
"Biri, bir erkeğe ya da mala-mülke yönelik bir suç işlerse, herkes onu kınar ve öfkesini suçluya yöneltir. Biri, bir hayvanı döver ya da ona zarar verirse, insanlar öfkelenip tepki gösterirler. Ama biri, bir kadına karşı suç işlerse, ona tecavüz eder, sahip olduğu her şeyi, bu lanet olası toplumun ona gurur duymak için verdiği tek şeyi, tek onur, itibar ve saygı kaynağını alırsa... Kadının hiçbir şey söylemeye hakkı yoktur. Tecavüze uğradığım için ben mi sorumluyum? Babama söyleyemeyeceğimi bilerek, onun [tecavüzcünün] kendi ağabeyimin arkadaşı ve kendi kız kardeşimin kocası olduğunu bilerek neden her gün yüz kez ölmek zorundayım... Neden?" (Sayfa 237, tecavüze uğrayan Filistinli bir kadının söyledikleri.) Bu kitaptaki yazıları 12 kadın hakları savunucusu kadın yazar ele almaktadır. Dört yazar Türk diğerleri farklı Arap coğrafyasında yaşayan ve oradaki araştırmaları aktaran kadın yazarlardır.. Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler (KİH-YÇ), Vakfı 2001 yılında düzenlediği Uluslararası çapta kadın akademisyenlerin katılımı sonucu elde edilen fikir alışverişi sayesinde bu kitabın doğduğunu ve bu kitapla bu coğrafyada yaşayan kadınların, İslam ve Cinsellik konusunda kendi söylemlerini dile getirmek adına bu kitabın bir başlangıç kitabı olduğunu belirterek giriş yapmışlardır. Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler (KİH-YÇ), Türkiye’de ve uluslararası düzeyde kadının insan haklarını, eşitliği ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını savunan bağımsız bir kadın sivil toplum örgütüdür. 1993 yılında, Türkiye’de ve dünyada kadının insan haklarını geliştirmek amacı ile kurulmuştur. Ayrıntılı bilgi ; kadinininsanhaklari.org/kih-yc-hakkinda İlk bölüm Fatma Mernıssı'ye ait. Kendisi Faslıdır. Sosyoloji profesörü, yazar ve araştırmacıdır. İçgüdülerin rolü, kadın cinselliği aktif mi? Pasif mi? konular üzerine değinen Mernıssı, Gazali ve Freud karşılaştırmasını merkeze alarak hazırlıyor makalesini. İkisinin ortak bir noktada buluştuğunu belirtir yazar, ve bu nokta: Kadınlar sosyal düzene zarar verir. Gazali'ye göre aktif oldukları için, Freud'a göre aktif olmadıkları için. İkinci Bölüm makalesi Leila Ahmed'e aittir. Kendisi Harvard Divinity School'daki ilk kadın araştırmaları profesörüdür. Kadınların bedenlerinin tarihsel ve kültürel kurgulanmasına odaklanıyor. Ortaçağ hukuk ve tıbbının hamilelik, doğum kontrolü ve kürtaja yaklaşımının, doğurganlığa erkeğin katkısını kadınınınkinden üstün saymadığını gösteriyor makalesinde. Kadının cinsel hazzının İslami boyutuna da değinen Ahmed, bazı kadınların peygambere sorulduğu sorulara peygamberin verdiği cevapları içeren hadisler üzerinden aslında İslam'ın kadın cinselliğine ılımlı yaklaştığını ve metinlerin her ne kadar erkeklerin elinden çıkmış gibi görünüyor olsa da birçok hadisin orijinal kaynağının kadınların olduğunu ifade etmektedir. Üçüncü Bölüm; Ayesha M. Imam'a aittir. Kendisi sosyal antropolog ve sosyologdur. Nijeryalıdır. Sıkça yapılan, İslam'ı tek bir öze indirgeme hatasına karşı uyaran Ayesha M. İmam Müslüman cinsiyet ilişkilerinin yorumlama ve uygulama farklarına değiniyor. Müslüman ve İslam, Arap ve Ortadoğu ile eşanlamlı değildir. Biz yaşadığımız coğrafyada yakınlıkları itibariyle etrafımızda bulunan ülkeleri baz alarak İslam ve Araplığı tek çatı altında değerlendirme yoluna gitmekteyiz. Yalnız tek başına 200 milyon nüfusu olan Endonezya Arapların tüm nüfusunu aşan en kalabalık Müslüman ülkedir. Ardından Pakistan ve Bangladeş'de yaklaşık yüz milyon Müslüman yaşamaktadır. Kadının ikinci cins olarak ele alınmasının sadece Arap kültürünün ürünü olmadığını ve İslam'ın yayıldığı ülkelerin kendilerine göre uyarlamalar ile kadına olan bakış açılarını oluşturduklarının vurgusunu yapar. Müslüman sağ grupların siyasette etkin olduğu tüm müslüman ülkelerinde kadınlara karşı baskı ve denetim mekanizması oluşturduğunu sadece bunun kadına olumsuz getirisi boyutunda ülkelere göre değişiklikler oluştuğunu ifade eder. Bu bölüme benim yorumum. Kadına uygulanan ikinci cins muamelesi, İslamın olduğu tüm ülkelerde siyasi otoritenin sağ örgütlerde toplanmasının sonucudur. Kişisel olan politiktir söyleminin önemi çıkıyor karşımıza siyasi sömürü araçlarının en büyüğü ahlak ve namus kavramlarının soyut önemi dolayısıyla kadına uygulanan şiddet ve istasmardır. Kadın kurtuluşunun yolu varsa o da bu ülkelerde köktendinci bu grupların iktidarlarından düşürülmesidir. Dördüncü bölüm yine Fatma Mernıssı'ye ait. Bu bölümde Bekaret ve Ataerki konusu işleniyor. Mernıssı'ye göre bekaret erkekler özgü bir saplantının tezahürüdür. Erkek kendi itibarını, namus ve bekarete indirgeyerek iki bacak arasında aramaktadır. Bu baskıcı ataerkil düzende kadınların evlilik öncesi cinsel ilişki kurmaları da katı bir şekilde engellendiği için, bu toplumlarda kadınlar evlilik öncesi cinsel hayatlarını tıbbi müdahalelerle gizleme yolunu tercih etmektedir. Bekaret saplantısı için şöyle bir tespit yapar: "Namus gibi bekaret de sadece erkeklere özgü bir saplantının tezahürüdür. Eşitsizliğin, kıtlığın damgasını vurduğu, bazı insanların onur kırıcı bir biçimde başkalarının tahakkümü altında olması yüzünden bütün bir toplumun, tek gerçek insan gücü olan özgüvenden mahrum kaldığı toplumsal yapılarda görülür." Ve bu Toplumsal yapılarda kadın için şöyle bir tespit yapar; "Bir kadın, kendi ihtiyaçlarının karşılanması ile sosyal çevrenin kendisine dayattığı çelişen taleplere uyma gerekliliği arasında kaldığında, eşitsizliğin doğal bir sonucu olan hilekarlığa başvurur." Mernıssı'nin vurguladığı bir nokta daha var. Ataerkil düzen kadınların ekonomik bağımsızlığının önünü kapattığı sürece kadınlar baştan çıkarılmaya razı olacaklardır der. Ekonomik kısıtlılığın kadınların kadın kimliğini bulmadaki en büyük engellerden biri olduğu Feminist kuramcıların buluştuğu bir düşüncedir. Beşinci bölüm Dilek Cindoğlu'na aittir. Kendisi Mardin Artuklu Üniversitesinde Sosyoloji bölümünün başkanıdır. Makalesinde; Modern Türk Tıbbında Bekaret testleri ve Suni Bekaret konularını işlemektedir. Evlilik öncesinde kadınların özel taleplerini yerine getiren doktorların 13 tanesi ile yapılan görüşmeleri içeriyor bu yazı. Ve kadın doğum uzmanlarının bekaret testlerine genel olarak ılımlı yaklaştığını çünkü yasal boyutunun var olduğunu lakin Bekaret ameliyatı ya da diğer adıyla "onarım" için doktorlar arasında farklı görüşler oluşuyor. Doktorların bazıları İslami görüş ile paralel davranıp bu ameliyatları yapmadıklarını ifade ediyorlar. Diğer doktorlar ise; bu bir serbest piyasa işi diye yaklaşıyor ve işin maddi kazanç boyutunu ele alıyor. Ve Bekaret ameliyatları gizlilikle yapıldığı için ve illegal olduğu için daha tehlikeli sonuçlar doğuran ve daha fazla tıbbi müdahalelerle gerçekleşen kürtaja göre beş on kat daha pahalıya yapıldığını ifade ediyor. Yani bir nevi istismar devam etmektedir. Altıncı bölüm Pınar İlkkaracan'a ait. Kendisi psikoterapist, eğitimci ve insan hakları aktivisti. Bu bölümde Doğu bölgelerinde kadın cinselliğine yönelik yapılan bir saha araştırması yer alıyor. Erken, zorla veya görücü usulüyle evlendirmeler, çok eşlilik namus cinayetleri gibi geleneksel veya sözde dini uygulamalar üzerinde durulmuş. Araştırmanın sonuçları şunu gösteriyor; Aile için şiddet ve evlilik içi tecavüz çok yaygın olmasına rağmen, hemen hemen hiçbir kadın, bu şiddete karşı yasal kurumlardan yardım alma yoluna başvurmamış. Boyun eğme eğilimini sürdürmüş bunun en büyük nedeni de kadınların eğitimsizliği çoğu okuma yazma bilmiyor resmi kurumlara tek başına gidebilecek kadar Türkçe dilini de bilmiyor. Ve toplum baskısı da cabası... O yüzden her kadın hakları savunucusunun da ifade ettiği şeye dönüyoruz yine kadınlarım eğitimi yüksek önem taşıyan bir konudur. Ve kadınların sahip oldukları Anayasal haklar konusunda bilinçlendirilmeleri yüksek önem taşıyan bir konu dahadır. Yedinci bölüm Shahla Haerı'ye ait. Kendisi Boston Üniversitesi antropoloji dalında öğretim üyesidir. Pakistan, İran ve ABD'de saha araştırması yapmıştır. İslam öncesi bir adet olan Muta'nın, dini ve siyasi kurumlarca nasıl 'İslami" olarak benimsenebildiğini ve değiştirilerek kullanıldığını örneklendiriyor. Muta nikâhı kullanımının bazı Sünni kesimlerde kullanıldığını söylese de kaynak belirtmiş değil Muta nikahını İran'da var olan bir İslami uyarlama olarak yansıtmaktadır. Sekizinci bölüm Bouthanıa Shaaban'a ait. Kendisi Suriyeli, Şam Üniversitesinde İngilizce profesörü, Suriye başbakanının siyasi ve medya danışmanlığını da yapmaktadır. 1986'da katıldığı bir konferans sonrası Cezayir'de Güney Sahra'da yaptığı bir Tevarik toplumu gezisinin notlarını paylaşıyor bizimle. En çok önemsediğim bölüm bu oldu. Çünkü günümüzde var olmayacak kadar ütopik bir Topluluk ve bu topluluk da İslam dinine mensup.. Tevarik toplumu Güney Sahra'da yaşayan birkaç kabileden oluşur ve Anaerkil bir yapılanma hakimdir. Tarki kadını ilk boşanmasını gerçekleştirdikten sonra kimseye danışmadan, istediği kişi ile evlenme konusunda serbesttir. İkinci evliliği de başarısız olursa üç dört beşe kadar devam edebilir. Ve bu durum erkek içinde geçerli tek şart eşlerin birbirini sevmemesi biten sevgi doğal bir sonuç olan boşanmayı getirir ve bu çok olağan bir şeydir onlar için. Tarkilerde dört beş kez evlenen kadın sayısı oldukça fazladır. Ve bu durum toplum tarafından olağan kabul edilir. Tarki toplumunda sevgililer evlilik öncesi birkaç yıl geçirir. Ve bu ilişki cinsel amaç taşımaz çünkü bir Tarki Kadını bilir ki erkek evlilik öncesi cinsel amaçla ona yaklaşırsa onu sevdiği için değil de ona sahip olma amacını taşımaktadır. O yüzden o erkeği terk eder. Tevarik toplumunda şiddet ve tecavüz kavramları yer almaz. Bir Tarki kadını dövülmeyi asla kabul etmez ve aynı ölçüde toplum şiddet uygulayan erkeği aşağılar. Tarkilerde çok eşlilik yoktur. Nedeni ise sevdikleri kadını ya da erkeği asla terketme gibi ya da aldatma gibi bir isteklerinin olmaması. Çocuğu olmadığı için bile bir adam ikinci eşi alma ya eşi ile yaşamaya devam eder ya da boşanır başkası ile evlenir. Tarkilerde bekaret kavramının toplum açısından herhany bir önemi yoktur. Bu konu kişiler arası özel bir konudur. Ve son olarak bir Tarki Kadınının sözlerine yer vermek istiyorum: "Benim toplumumda kadınlar, kendilerini hiçbir zaman cinsellik nesneleri olarak hissetmezler; eş ve hayat arkadaşı olarak takdir edilirler. Tecavüz bizim kabilelerimizde duyulmamıştır bu o kadar korkunç ve aşağılayıcı ki, dünyada herhangi bir toplumun buna nasıl tahammül edebildiğini anlayamıyorum." Bölüm dokuz Nadera Shalhoub'a aittir. Kendisi Filistinli, kadın hakları aktivistidir. Bu bölümde bağımsızlık mücadelesi içindeki Filistin'de tecavüze uğrayan kadınlara destek vermeye çalışan ruh sağlığı uzmanlarının karşılaştıkları ikilemleri anlatıyor. Bu yazıda toplumun tecavüzü inkar etmeye meyli, bekarete verilen önem ve aile namusunu korumak adına suçu saklama ya da üstünü örtme gibi sosyokültürel faktörler, tecavüz kurbanı kadınların tecavüz sonrası süreçte de tekrar kurban edildiğinin altı çiziliyor. Tecavüz mağduru bir kadın şöyle demektedir: "Kimse bana nasıl hissettiğimi ya da gecelerimi nasıl geçirdiğimi sormadı. Sürekli sordukları tek şey, ne giyiyordun, kapıyı neden açtın, kendini neden savunmadın? Bağıramaz mıydın? Tecavüze karşı toplumsal tepki suçun kolektif namusa verdiği toplumsal zararın miktarına bağlıdır." Kadınların tecavüz sonrası süreçte yaşadıkları tramva ve yalnızlık duygusunu başka bir mağdur net bir şekilde şöyle ifade ediyor: "Keşke çığlık atabilsem, bağırabilsem. Keşke babamdan bana sarılmasını ve beni korumaya, intikamımı alacağına dair söz vermesini isteyebilsem. Keşke ağabeyime söyleyebilen de, gidip onu öldürse... Keşke tecavüze uğramamın acısını annemle paylaşabilsem... Keşke birileri benimle ağlayabilse... Keşke... Bunlar olsa diyorum ama nerede? ... Ağlamama bile izin yok. Sadece kendi kendime konuşuyorum. Keşke öldürülmüş olsaydım. Öldürülmek bu acıyı tek başına taşımaktan daha kolay. Keşke öldürülmüş olsaydım, ama zaten kendimi ölü gibi hissediyorum.." Bu ifadeler ataerkil düzenin saçmalıklarına inanan tüm toplumlarda yaşayan insanlara.. suçlu yerine hala mağduru haksız bulan ve yargılayan insanların geneline söylenmektedir. Bu sözler tecavüze uğradığı için kızına sahip çıkmayıp ona ölümden beter bir halde bırakan ailelere söylenmektedir. Bu sözler mahkemelerde kadının tecavüze uğradığını gösterecek deliller isteyen yargı mensuplarına ve olayın üstüne gitmeyip kapatmaya çalışan güvenlik güçleri mensuplarına söylenmektedir. Son bölüm Lama Abu-odeh'e aittir. Kendisi Ürdün'de doğmuştur. Hukuk profesörüdür. Bu makalede "kadın sünneti" adı altında kadınların cinsel organlarının kesilmesini ve çarpıtılmış namus cinayetlerini ele almaktadır. Sözde "kadın sünneti" ve "namus cinayetleri" Müslüman dünyasının çeşitli yörelerinde kadınların cinselliklerini kontrol etmek amacıyla İslam adına uygulanan, fakat aslında İslam'la hiçbir alakası olmayan çeşitli törelerin örnekleri olarak belirtilir. İslam öncesi geleneklerden biri olarak ifade edilen 'kadın sünneti"nin İslama uyarlanmasına değinen yazar bu uygulamanın yapıldığı yerlerle, yapıldığı ameliyat türlerini ayrıntılı anlatmaktadır. Kadın sünnetini, "kadınların cinselliğini ve doğurganlığını kontrol altında tutmak için uygulanan en vahşi yöntem olarak gösteren yazar bu durumun sonrasında kadınların yaşadığı psikolojik çöküntüleri de yazısında ifade etmektedir. Uzun bir yazı olmuş olabilir ama farklı coğrafyalarda yaşayan kadınların ifade ettikleri durumlar da geniş çaplı bir inceleme yarattı. Yazarların asıl amacı çoğu kadın hareketinin arka plana attığı kadının cinsel kimliğini ön planda sergilemek ve bu konu üzerinde yoğunlaşmaktır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini farklı coğrafyalardan aktaran ve genel bir çerçevede kadının toplumsal, ekonomik, siyasi mekanizmalar aracılığıyla nasıl denetim ve baskı altına alındıklarını göstermek açısından faydalı bir eserdir. Akıl ve mantık sahibi her bireyin toplumsal cinsiyet eşitliğini savunana dek devam edecek olan bu eşitsizliğin kaynağı tüm sömürü toplumlarıdır. O yüzden bilinmesi gerekir ki daha güzel bir dünya için eşitsizliğin giderilmesinden başka bir çare yoktur olmayacaktır da.
Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik
Müslüman Toplumlarda Kadın ve CinsellikPınar İlkkaracan · İletişim Yayınları · 2015129 okunma
··
850 görüntüleme
Lina okurunun profil resmi
Acaba İslamiyet kadının başına gelen en kötü şey mi demeden geçemedim yorumu okurken. Cevap aslında belli de ortalığı karıştırmaya gerek yok. Mükemmel bir inceleme olmuş, her ne kadar konu gereği sinir olarak okuduysam da bazı yerleri son paragrafınızı aki düşünce beni mutlu etti 😊 . Tebrik ederim sizi
Adem okurunun profil resmi
Teşekkür ederim yorumunuz için. Sadece İslamiyet değil Yahudilik ve Hıristiyanlık tarihi de kadınlara uygulanan ayrımcı faaliyetler ile öne çıkmaktadır. Özellikle Hristiyanlık daha geniş kitlelere hitap ettiği için eklemek istiyorum. Ortaçağ Avrupası zamanında hakimiyet savaşlarında kan gövdeyi götürürken papa ve kilise kadının bekaretini konuşmak dışında bir şey yapmıyordu. Bu durum insanlık tarihi boyunca süregelen bir cins sömürüsüdür Tüm dinler ataerk bir yapılanma için dini siyasetle birleştirerek kadınlara karşı bir dışlama yolunu seçmiştir.
Semih Doğan okurunun profil resmi
Oldukça kapsayıcı ve emek içeren bir inceleme olmuş. Açıkçası yazdıklarınızla kitabı okumuş kadar bilgi sahibi olduğumuzu düşünüyorum. Teşekkürler. En önemsediğim ve ilgimi çeken kısım Tarkiler oldu. Böyle bir topluluğun varlığından dahi haberdar değildim. Hayata ve kadına bakış açıları oldukça ilgi çekici. Fakat onların yaşam biçiminin İslami kurallara ve inanışa uygun olup olmadığı konusunda tereddütlerim var. Bence onlara İslami topluluk demek pek doğru değil. Zira gelip bizim ülkemizde o şekilde yaşasalar muhtemelen dini yanlış gösterdiklerinden ötürü linç edilebilirler... Tarkilerle ilgili yorum yapmak istedim. Uzatmış olabilirim :) Elinize sağlık.
Adem okurunun profil resmi
Yorumunuz için çok teşekkür ederim Semih Bey. Aslında İslami topluluklarla alakaları bile yok onlar kendilerini bazı prensipleri yerine getirmek adına İslam çerçevesi altında görüyorlar. Mesela dini nikah gerçekleştirmek için bir din adamı ihtiyacı var kişiler o din adamına evlilik ve boşanma için gidiyorlar lakin din adamından, erkeğine kadar adlandırdığımız İslam'la hiçbir alakaları yok kadının kutsal olduğu bir Afrika kabilesi ve 20. Yüzyıla kadar bu durumu korumuşlar. Bu bize İslam'ın yayılım alanını gösteriyor. Büyük ihtimalle Cezayir'de İslam kabul edilince onlar da zorunlu bir kabul sürecine geçtiler. Aslında Güney Sahra'da yaşamıyor olsalardı şimdiye kadar yozlaşmış olurlardı ya da bu yazının üstünden geçen 35 yıl içinde yozlaştılar da bilemeyiz.
Bu yorum görüntülenemiyor
Neşe okurunun profil resmi
Çok kapsamlı ve detaylı bir inceleme olmuş. Yeni şeyler öğrendim sayende Adem. Eline sağlık. Çok beğendim.
Adem okurunun profil resmi
Birçok makaleden oluştuğu için çok yönlü bir kitaptı. Elimden geldiğince tanıtmak istemiştim. Yorumunuz için teşekkür ederim hocam.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.