Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

360 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
İnsan, son birkaç yüzyılda bilimsel ve teknolojik açıdan muazzam işler yaparak hem hayatını birçok açıdan kolaylaştırdı hem de evrene bakışını kökünden değiştirdi. Oldum olası istediği ölümsüzlüğe belki ulaşmadı ancak yaşam süresini eskilere nazaran oldukça yukarıya taşıdı. Eskiden bir insanın dünyası, yaşadığı köyüyle sınırlıyken şimdi aynı insanın torunlarının bir tık ötesinde tüm dünya bulunmaktadır. Bu ve benzeri daha birçok gelişme insanı yaşadığı doğanın bir üyesi konumundan alıp Efendisi konumuna taşıdı. Mı gerçekten? İçinde bulunduğumuz bu salgın günlerinde anlamış olduk ki, tüm o kibrine ve sınırsız özgüvenine karşın bir virüs anında insanı evlerine hapsedebilmektedir. Tabi, eskilerdeki salgınlara göre bu sefer insan, çok daha avantajlıdır. Ancak burada dikkat çekmek istediğim nokta, insanın yüzyıllar sonucunda dünya üzerinde kurduğu o muazzam krallığı ince bir ip üzerinde bulunmasıdır. Tek bir felaket insanı tacından edebilir ve krallığını ise bitkilerin ve böceklerin hakimiyetine sokabilir. Belki de insanın en büyük becerisi bu ip üzerindeki maharetidir; yani insan, en maharetli cambazdır. Cambazımızın bu kitaptaki büyük sınavı ise bir körlük salgınıdır. Bir gün trafikte beklerken kör olan 'ilk kör' ile başlayan olay kısa sürede tüm şehre yayılır. Bu körlüğün normal körlükten farkı; siyah değil beyaz bir körlük olması(körler her yeri BEMBEYAZ görürler) ve vakaların gözlerinde herhangi bir sorunun bulunmamasıdır. İlk kör'e bakıp ardından kendisi de kör olan doktor, yetkilileri haber eder ve ardından da hükümet karantina sürecini başlatır. Bu ilk vakaların karantinaya alinacaklari yer ise bir akıl hastanesidir. Merak etmeyin kitabı an be an anlatmayacağım. Sadece kitabı okumayanlar için kitabın konusunu genel olarak izah etmek istedim. Ben daha çok Saramago'nun bu kitapta neler anlatmak istediği üzerine kendi yorumlarımı ifade etmek istiyorum. Kitapta öncelikle yazar, körlük salgını ile insanların kendi kurdukları ekonomik, sosyal ve siyasi sistemler içinde nasıl birçok şeye kayıtsız hale geldiklerini anlatmak istemiştir. Günlük hayatta gerek gazetelerde gerek televizyonda, internette veya bizzat tanık olunulan ölümlere, acılara karşı duyarsızlığın insanı, yavaş yavaş insanlıktan uzaklaştırdığı fark edilmez. Bunda dünyaya egemen olan düzenin insanları 7/24 hiç durmadan hareket eden büyük bir makinenin bir dişlisi haline getirmesinin etkisi büyüktür. Birçok insan, zihnini günlük hayatın telaşından bir an olsun uzaklaştırıp rahatça nefes bile alamaz. Çocukken önlerine konulan sınav kağıtlariyla başlayan yarış düzenine adapte olamadan, rehberlikten mahrum kalmış bir haldeyken onlardan hayatları hakkında büyük tercihlerde bulunmaları istenir ve büyük ihtimal, ileride pişmanlık duyacaklari tercihlerde bulunmuş olurlar. Sonra bir şekilde mezun olup ellerinde diploma iş ararken "En az 2 sene iş tecrübesi olan, ingilizce ve bunun yanısıra bir dil daha bilen," şeklinde uzayan giden kriterlerle veya devlet kademesinde mülakatla karşılaşıp yazılı sınavda alınan 90 puanın, mülakatta verilen 55 puandan küçük olduğu acı gerçeğiyle tanışırlar. Haliyle ortaya üniversitede ortamlarda yeşil uzun mont giyip 60-70'li yılların öğrenci hareketlerinden çıkmış modda polise ikide bir atan insanların, en son çare polis olmak yolunu tutmak zorunda kalmaları gibi absürd manzaralar ortaya çıkar. Eğer ille de polis olmam derlerse başka birkaç revaçta seçenek daha vardır; gardiyanlık, sözleşmeli erlik ve bekçilik. Veya kendi okuduğu mesleği yapıyor olsa da nihayetinde diğerleriyle vardığı nokta; bir marketin peronları arasında gezerken "Yağa zam gelmiş, süte de gelmiş, ete zaten gelip gelmediğini artık anlayamıyorum çünkü takip bile etmiyorum," deyip kasaya geldiğinde "Bir de sakız alayim, ona da zam gelmiş," gibi tepkiler vermek oluyor. Ancak alışılmayan zam yoktur. Öte yandan liderler ağızlarında "Demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü," kavramlarını sakız ederken, o da marketten aldığı zamlı sakızını hınçla çiğner ama sesini çıkaramaz. Olur da bir an kontrolünü kaybedip çıkarırsa korkudan etrafına bakar duyan oldu mu diye. Ardından da evinin yolunu tutar endişeyle. Evinde bugün twitter'a girer. Hastaghlerde #DünyaBasınÖzgürlüğüGünü tagını görür. Bugün yaşadığı hıncından da etkisiyle hemen eleştirel şekilde bir tweet atıp, hiçbir şey yapılmasına müsaade edilmeyen ülkede ufacık da olsa bir şey yapmış olmanın verdiği pozitif hisle bir an için mutlu olur, ki attığı tweetinin altına birkaç kişinin ... yazdığını görene kadar! Bu kişi artık bir 'kör' haline getirilmiş olur. Belki biraz daha inat edip devam eder fikirlerini ifade etmeye, ancak ya birkaç kere ifadeye çağırıldıktan sonra ya kendisi gibi olanların ifadeye çağırılmalarını gördükten sonra ya kendi gibilerin sessiz olduklarını gördükten sonra yavaş yavaş 'kör' haline gelir. İnsanın yüzyıllar sonucunda zorlu mücadeleler ile oluşturduğu en iyi yönetim biçimi demokrasinin, kontrollü medyaların yönlendirdiği, kimi tarihçilerin ve din adamlarının oluşturduğu yığınların periyodik olarak sandığa gidip 'özgür' tercihlerini yapmaları haline gelmesi, bu sefer daha kitlesel 'körlük'lere neden olur. Bu noktayı biraz daha açmak gerekiyor. Bu kitlesel körlüğün oluşturulmasında iki başat faktör bulunmaktadır: Din ve milliyetçilik. Din adamları vasıtasıyla, halihazırda kendini bilmezden evvelden başlanılarak altında büyütüldüğü dinsel kültürün dozaji kişi büyüyüp aileden bağımsız eğitimine başladığı vakit sistemli şekilde katılaştırılmaya başlanılır. Bunun yapılmasında kullanılan iki temel unsur ise: Korku ve itaattir. Tarihçiler veya sözüm ona tarihçiler tarafından ise yine daha çok dini duygulara hitap ederek şekillendirilen alternatif tarih oluşturulur. Bir başka tür tarihçiler ve bu yönde çalışmalar yapan grup ise kör milliyetçilikle biz- onlar oluşturur. Sonuçta bu üç unsurun etkisiyle alternatif bir 'gerçeklik' oluşturulur. Güç de bunlardan yana ise, zamanla gerçeklik ile alternatif 'gerçeklik' yer değiştirmeye başlar. Çünkü bir kısım zaten üç unsurun çalışmaları ile körleştirilmiş ve zamanla alternatif 'gerçeklik' düzleminde yaşamaya başlamışlardır. Diğer kesimler ise güce karşı 'organize' olamayıp, kendi hatalarinin da katkısıyla zaman içinde gelişen her olumsuzluğa karşı duyarsızlaşmaya başlarlar. Duyarsızlaşma akabinde yozlaşmayı ve nihayetinde körlüğü beraberinde getirir. Saramago'nun kurduğu dünyada ise başını, doktorun karısının çektiği bir grup kör ise "Örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir,"(#71479067) anlayışı ile içinde bulundukları insanlık değerlerinin yerle yeksan haline geldiği bu 'beyaz felaket'te olabildiğince insanca hayatta kalmaya çalışırlar. Doktorun karısı bu arada salgında kör olmayan tek karakterdir. Herkesin kör olduğu ve her türlü düzen ve değerin adım adım tedavülden kalktığı şehirde o, fedakarlığı, sabrı ve cesaretiyle öne çıkar; tabi ara ara sinir krizlerinin eşiğine gelecek olsa da. Bununla birlikte herkesin kör olduğu bir şehirde kör olmak mı yoksa kör olmamak mi daha kötüdür; bunu da sık sık sorgularken kendimizi buluyoruz. Yazarın "İnsanın üzerinde taşıdığı ikinci teni" olarak tarif ettiği bencillikle kendisini eve kapayarak ve gözlerinin görmesinin avantajıyla hayatta kalmaya devam edebilirdi doktorun karısı ama zaten şehri kör yapan da bu tutum değil miydi? Ayrıca insan eskiden beri kurduğu sistemlerle az veya çok, resmi veya gayri resmi hep hıyerarsik bir yapı kurmuştur. Eskiden Tanrı'dan yetki alan hatta onların yeryüzündeki temsilcisi veya gölgesi olan krallar en tepede bulunurlar, onların altında veya yanında din adamları gelir. Ondan sonra da toprak sahibi kontlar ve diğerleri... Yüzyıllar içinde verilen mücadeleler sonucunda krallar yerini devlet başkanlarina, kralliklar da yerini Cumhuriyetlere bıraksa da, tebaalık anlayışı da yerini eşit haklara sahip yurttaşlığa bıraksa da ve de kulluk anlayışı yerini modern insan haklarına bıraksa da, yürürlükte olan gerçekte bu mudur? Hepimiz de biliyoruz ki dün de bugun de yarın da dünyaya egemen olan hep güç olmuştur; güç de para kimdeyse ondadır çoğunlukla. Arada fikirler çıkar ve yenilikler getirir bu dünyaya, bu yeniliklerle bir ölçüde körlük dağılır gibi olur ancak bu fikrin sahiplerinin ardillari yıllar içinde doğrudan veya dolaylı yoldan parayla satın alınarak diskalifiye edilirler. Bundandır ki Saramago hiçbir zaman eşit olmayan insanı, romanında kurduğu dünyada 'beyaz felaket'le esitlemek istemiştir: "Körlük bildiginiz gibi ne mesleğe ne de makama bakar." Bununla birlikte ilk körü, kör kaldığı trafikten alıp evine bırakıp ardından da arabasını çalan hırsız üzerinden ise "korku mülkiyete galip geldi," mesajı vererek kendisinin de dahil olduğu fikre uygun bir konumda yer alır. Öte yandan Saramago bir başka fikriyle veya yönüyle de ön plana çıkar, o da Tanrı ve din konusundaki eleştirel tutumu... Bu kısmı kapamadan önce insanın üstünde bulunduğu ince ip yürüyüşünün her an körlük tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Çünkü nasıl ki cambaz üstünde bulunduğu ipin üzerinde durabilmek ve yürüyebilmek için ipe yönelik yüksek konsantrasyona sahip olurken dış dünyaya karşı duyarsızlaşıyorsa, ondan koparsa insan da içinde bulunduğu siyasi, sosyal, ekonomik ve daha birçok sistem içinde aynısını yaşayarak duyarsizlasabilir, ondan kopabilir; yani körleşebilir. Bunun için; "Ölümsüz değiliz, ölümden kaçamayız ama hiç olmazsa kör olmaktan kaçınmalıyız."(#71479800) _______________ Bu kısımda spoiler verebilirim, baştan uyarayim. Peki körlük neden başladı ve neden bitti? Tabiki ilk kısımda üzerinde durduğum bir katman söz konusu ancak yazarın vurguladığım bir başka yönüne uygun olarak ikinci bir katman da bulunmaktadır. Bu katmana uygun olarak salgının başlaması ve bitmesi yönünde kendi fikrim şudur: i) Karantina altına alındiklari akıl hastanesinden çıkıp şehir içinde hayatta kalmaya devam etme sürecinde grup, tek tek evlerine ziyaret edip evlerinin ne halde olduklarına bakarlar. En son doktorun evinde kalmaya başlarlar. Bu sırada, doktor ve doktorun karısı süpermarkete yiyecek almak için gittiklerinde alt katta feci bir durumla karşılaşırlar: Doktorun karısı önceki gidişinde hızla koşup kaçmışti. Salam gibi şeylerin kokusunu alan körler de bunun üzerine alt kata hızla gitmişler ve orada merdivenlerden kayarak üst üste yığılarak ölmüşler, bekleye bekleye de ölülerden yoğun kokular cehennemi bir atmosfer yaratmıştır. ii) Buradan çıkan doktorun karısı ile doktor bir kiliseye girerler. Burada da garip bir tablo ile karşı karşıya gelirler ve bence kitabın en önemli kısmı da burasıdır. Kilisede bütün tasvirlerin, heykellerin gözleri rahip tarafından bantlanmıştır: "O rahip tüm zamanların ve tüm dinlerin gelmiş geçmiş en saygısız rahibi, aynı zamanda da en adili, en kökten insancıl olanı, sonunda buraya gelip Tanrı'nın görmeyi hak etmediğini ilan eden kişi o."(#71484177) Bu durumu i'deki feci tablo ve genel olarak körlük salgını nedeniyle yaşanılanlar altında değerlendirecek olursak; Saramago'nun kötülük sorunu, her şeyi bilen ve yapan Tanrı fikriyle hesaplaştığını görebiliriz. İnsanların sürekli kendisine dua ettikleri ve iyi diye niteledikleri Tanrının; insanların kendi dışkı deryaları altında kalmasına, karantinada ahlaksız grup tarafının elindeki silah ile diğer koğuşlardaki kadın körlere yemek karşılığı tecavüz etmeleri ile yerle yeksan olan insan onuruna, gözleri görmeyen insan yığınlarının üst üste binerek, sıkışarak ölmelerine, normalde sevecen ve iyi bir teyzenin salginla birlikte çiğ et yiyen bencil biri haline gelmesine ve daha nice feci duruma izin vermesi ve tanımı itibarıyla gerçekleşmesini sağlamasi kendi tanımıyla çelişmesi demektir. Bir de bu durumu Nietzsche'den dinleyecek olursak: "Anlaşılmazdı da aynı zamanda. Neden öfkelendi ki bize, o burnundan soluyan, onu kötü anladık diye! Kendisi niye daha açık konuşmadı ki bizimle? Sorun bizim kulaklarımızdaysa, neden kendisini kötü işiten kulaklar verdi ki bize? Kulaklarımızda çamur varsa, pekâlâ! Kim koydu çamuru oraya? Birçok şeyi başaramadı bu çömlekçi, işini hakkıyla öğrenememişti! Başaramayışının intikamını çömleklerinden ve yarattıklarından alması – iyi beğeniyle çelişen bir günahtı bu. Dindarlıkta da vardır iyi beğeni: sonunda dedi ki ‘Olmaz olsun tanrının böylesi! Hiç tanrı olmasın daha iyi, kendi kaderini kendin çizmen daha iyi, deli olman, kendi kendinin tanrısı olman daha iyi!'"(#52948970) Eğer böyle bir Tanrı yine de varsa herkes Tanrıya değil, şeytana dua etmelidir veya satanizmin iddia ettiği gibi herkesin dua ettiği Tanrı aslında şeytan, herkesin korktuğu ve kendisine sövdüğü şeytan ise Tanrı olmasın? Ya da yine Nietzsche'nin dediği gibi "Haklı olsalar ne olur ki! Bütün tanrılar şimdiye dek kutsallaşmış ve yeniden vaftiz edilmiş şeytanlar değil mi ki?"(#43456941) Ama nihayetinde ne olursa olsun böyle bir varsayım altında insan ya kör bir şekilde yaşar ya da beyaz körlük ile kör olduğunu idrak edip, bu varsayımı kör eder. iii) Doktorun karısı ve doktor eve dönerler ve biraz sonra da ilk kör görmeye başlar yeniden. Sonra da sırayla diğerleri... iv) Doktorun karısının grubun ve şehrin gözlerinin yeniden görmeye başlaması üzerine sinirleri boşalır ve ağlar. Bu durumu yazar tarafından yeni doğan bir bebeğin haline benzetilmiş. Ben de doktorun karısını, günahkar doğan insanları kendisine inanmalari karşılığında, kendi bedenini çarmıha gerdirmek yoluyla feda ederek kurtaran İsa'ya rakip olarak oluşturulmuş olarak yorumluyorum. Ancak doktorun karısı İsa gibi kendini feda etmedi, doğaüstü mucizeler yapmadı, kendisine mutlak itaat edilmesini ve inanilmasini istemedi. Sadece gerektiği vakit kocasına olan sevgisiyle fedakarlıkta bulunup kör gibi davrandi, ona ve sonra da insanlara yardım etti. Ama bunu yaparken gerçek bir insan gibi davrandi, Tanrının insan hali olarak gelerek değil. Ve onun gibi çarmıha gerdirerek kendini insanlığı asırlar sürecek bir keşmekeşin içinde bırakarak değil; insanları 'organize' ederek yaptı. Bu açıdan da yeniden doğumun göz yaşları doktorun karısının vaftizi şeklinde yorumlanabilir. v) "Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler."(#71486191) vi) Son perdede ise doktorun karısı gökyüzüne bakar ve oranın BEMBEYAZ olduğunu görür, kör olma sırasının kendisine geldiğini düşünür ama yere baktığında gözlerinin hala görüyor olduğunu anlar. Artık kör olan yani beyaz körlük yaşayan ise Tanrı(varsayımıdır)'dır. --“Tanrı” kavramı şimdiye kadar, varoluşa karşı en büyük itirazdı… Tanrıyı yadsıyoruz, tanrıya karşı sorumlu olmayı yadsıyoruz: ancak böylelikle kurtarıyoruz dünyayı.--(#39115711) İyi okumalar
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103,6bin okunma
··1 alıntı·
413 görüntüleme
Semih Doğan okurunun profil resmi
Eskiden sitede "İnceleme nedir? Nasıl yapılmalıdır? Kapsayıcı olmayan ve kitabın bütün yönlerini ele almayan yazılar inceleme kabul edilebilir mi?" şeklinde tartışmalar yaşanırdı. O günleri hatırladım... Maalesef şimdi bu sorular dahi sorulmaz oldu; ama senin bu yazdığın yazı, benim görmek istediğim "inceleme"ye oldukça yakın bir yazı olmuş. Kitabı hemen hemen her yönüyle ele alan, kitabın açıkça göstermediklerini bile önümüze sunan bir yazı olmuş. En az 3 saatlik bir emek var burada... Zaten kitabı genel anlamda ele almışsın ve çok doğru bir açıdan bakmışsın. Yine her zamanki gibi :) Kitapta benim en etkilendiğim bölümlerden biri, doktorun bir gün başka bir kadınla ilişki yaşadığı bölümdü. Kör olmayan tek kişi olan doktorun karısı, bu duruma "göz göre göre" sesini çıkarmamıştı ve kabullenmişti. Çok değişik bir anlatımdı. Hala aklımdadır... Eline, emeğine sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Semih, begenmene ve görmek istediğin incelemeye yakın bir inceleme yazdığıma çok mutlu oldum.☺ O tartışmalar ben siteye dahil olmadan önce olmuş olsa gerek, çünki hiç görmedim veya gözümden kaçmış da olabilir. Benim en çok gördüğüm tartışma sitede, anket ve ileti özelliğinin kullanılış biçimi üzerine oldu bu arada. Öyle ki kesfette ileti kısmına tıklayınca bu konuda gelen eleştirilerin biraz haklı olduğunu da görebiliyoruz. Benim kitabı ikinci okumam. Okumaya başladığımda da ilk aklıma gelen pasaj bu dediğin kısım olmuştu. Cidden ilginç bir durum.. Üzerine çok düşünmediğimi fark ettim ayrıca bu kısmın, şu an bir yorum getiremiyorum, senin varsa bir yorumun dinlemek isterim.☺
6 sonraki yanıtı göster
Yeşim okurunun profil resmi
Kaan, gözünü seveyim incelemeleri az kısa tut ya da tefrika şeklinde yayınla. Başlıyorum bitirmeden uyuyakalıyorum 🤭 Muhakkak güzel bilgiler vermişsindir. Eline sağlık 😊
Kaan okurunun profil resmi
Ahah yakinda bu yönde de bir güncelleme gelir belki :)) Teşekkür ederim.
Neşe okurunun profil resmi
Sonradan kör olanlara ışık olsun. Çok güzel bir inceleme, tebrikler.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim.☺
Ecem okurunun profil resmi
Kaan çok güzel yorumlamışsın ya çok hoşuma gitti gerçekten. Ben de bu kitabı çok severek okumuştum ama üzerimde bıraktığı etkiyi dile getirme konusunda başarılı olamamıştım o zamanlar. Ama senin ifadelerin ve karşılaştırmaların çok yerinde olmuş, tabi kişi bazlı😄. Tebrik ederim emeğine sağlık🍀☀
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Ecem, beğenmene çok sevindim.☺
barış okurunun profil resmi
başkan sen beceriyorsun bu inceleme işini, en sevdiğim kitaplardan birinin incelemesini keyif ve notlar alarak okudum, emeğine sağlık
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Barış, bunu senden duymak çok güzel.☺
Bu yorum görüntülenemiyor
inaktif okurunun profil resmi
Eline sağlık, iyi bir inceleme olmuş. --Kişisel Not-- Mesaj atamadığım için buraya yazıyorum; hem Herod hem Peaky Blinders hem de 98 ortak kitap var. Fikir alışverişi yapabileceğimizi düşünüyorum.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Begenmenize sevindim.☺ Fikir alışverişi neden olmasın.☺
Oblomov okurunun profil resmi
Bende kitabı okudum inceleme ile duygularıma tercüman olmuşsunuz emeğinize sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.