Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

318 syf.
9/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Üç büyükler, sarhoş Türkler, Amerikan demokrasisi, Titanik ve daha neler.
“İçinde bulunduğumuz bin yılın başına her biri kendince damgasını vurmuş üç İranlı arkadaştan söz eder bu efsane: Dünyayı gözlemleyen Ömer Hayyam, o dünyayı yöneten Nizamülmülk ve aynı dünyaya dehşet saçan Hasan Sabbah.” Hasan Sabbah. Kurucusu ve mensubu olduğu tarikatı, suikaste dayanan farklı askeri taktiklerle yaşatan ve genişleten, tarihin ilk profesyonel katillerini yetiştiren, davası uğruna türlü entrikaları ustalıkla uygulayan, hayatından ve hayata dair zevklerinden vazgeçen hırslı bir lider. Öyle ki dillere destan karargahı Alamut Kalesi’nden 35 yıl boyunca dışarı çıkmadan yaşadığı anlatılır. Tarihçilerin çoğu onu; keskin zekalı, yetkin, aritmetik, astronomi, büyü ve daha pek çok alanda bilgi sahibi biri olarak tarif eder. Alamut'ta ikamet ettiği otuz beş yıl boyunca, ne bir kimse ortalık yerde şarap içebilmiş ne de testilere şarap doldurulabilmiş. Oğullarından birini şarap içtiği, diğeriniyse bir cinayetin şüphelisi olması suçundan idam ettirmiş. Rivayete göre, daha çocuk denecek yaşlarda, davası uğruna yola çıkar, kaldığı kervansarayda kader onu Ömer Hayyam’la bir araya getirir. “Şu alacalı bulacalı yeryüzünde bir adam dolaşır. Ne zengin ne yoksul; ne mümin ne kâfir, yaltaklanmaz hiçbir hakikate, saygısı yok hiçbir kanuna.” Böyle tanımlıyor kendini Ömer Hayyam. Necip Fazılsa onun hakkında: “Hakka yönelememiş ve böylece bazı batıllara maharetli parendeler attırmaktan ileriye varamamış bir hiç şair.” diyor. Bu kısmı bize muamma. Bildiğimiz; Anadolu ve Acem diyarında, kargaşa ortamında, ömrünü bilime adamış bir matematikçi, şair, aşk insanı ve astrolog olduğu. Üçüncü dereceden denklemleri ele alan çok ciddi bir eser yazmaya girişir Hayyam. Bilinmeyen sayıyı göstermek için Arapça'daki ‘şey’ terimini kullanır. İspanyolların ilmi eserlerinde ‘xay’ olarak geçen bu kelime zamanla kısaltılıp sadece ilk harfine indirgenir, sonra da ‘x’ tüm dünyada bilinmeyen sayının simgesi haline gelir. Bilime yaptığı böyle katkıların yanında; Hasan Sabbah'a seslenirken ne derece öngörülü, Nizamülmülk'e yol gösterirken ne derece derin, Cihan'ı severken ne derece aşık, yıldızları incelerken ne derece meraklı ve şiir yazarken ne derece usta olduğunu da öğreniyoruz bu kitapla. Ve Nizamülmülk. Selçuklu devlet yönetiminde söz sahibi, devrinin en maharetli, bilge ve kararlı siyasetçisi. Devlet ricalinden oluşan heyetin Sultan Melikşah’tan getirdiği mesaja: “Madem ki bugüne dek anlayamamış, gidin sultana söyleyin, ben tabii ki onun iktidar ortağıyım ve ben olmadan böyle bir gücü ve devleti asla inşa edemezdi! Babası öldüğünde her işi elime aldığımı, taht üzerinde hak iddia eden diğerlerini benim saf dışı bıraktığımı ve tüm asilere boyun eğdirdiğimi unuttu mu? Dünyanın bir ucundan diğerine kendisine gösterilen itaat ve saygıyı bana borçlu olduğunu unuttu mu? Gidin, söyleyin ona, evet külahının kaderi benim mürekkep hokkamın kaderine bağlıdır.” diyecek kadar kendinden emin. “Hem Tanrı, hem sultan, hem de Haşşaşinler tarafından ölüme mahkum edildiğini bile bile” ecele yürüyecek kadar gözü kara. Ve ölümünden sonrası için intikam planları yapıp daha kırkı dolmadan intikamını aldıracak kadar kinle dolu. İşte 11.yüzyılda Doğu’ya damgasını vurmuş bu üç adamın yollarının kesişmesiyle başlıyor bütün hikaye. Hayyam'ın el yazması rubailerinin hikayesine dönüyor ilerledikçe. Sonrasında “Rubaiyat” adlı bu el yazması 19.yy sonu ve 20.yy başında diğer kahramanlar Lesage, Cemaleddin Afgani, Şirin ve İran devrimi ile ilgili birçok isimle buluşuyor hatta Titanik’te bile bulunuyor. Bu anlamda kitabın iki farklı kurguya sahip iki ayrı bölümden oluştuğunu söylemek mümkün. İlk bölümün güçlü karakterleri ve tarihsel dokusu kitabı ilgi çekici hale getiriyor. Adeta tarihin içinde bir yolculukta hissediyorsunuz kendinizi. Ancak ikinci bölüm bambaşka bir kitap gibi. Mistik havadan bir anda çıkılması, konunun Hayyam Rubaiyatından daha çok İran’ın kurtuluşu için verilen demokrasi mücadelesine çevrilmesi okuma zevkini biraz kaçırıyor. Yazarın amacı İran'ın yakın ve uzak geçmişine ışık tutmak, doğunun ıstıraplarının kaynağını, bu acıların neden sona eremediğini anlatmak olsa gerek. Ancak yine de kurulan bağlantının beni yeterince tatmin ettiğini söyleyemem. Keşke ilk bölümdeki mistik atmosfer romanın sonuna kadar korunabilseydi. Kitapla ilgili bir diğer eleştirimse, yazarın Amerika sempatisini fazlasıyla hissettirmesi. Aslında dünyada yaşanan olayların bir Amerikalı tarafından nasıl değerlendirildiğini görme açısından bu tutum biraz faydalı. Örneğin İranlı bir karakter, “Sadece Amerika Birleşik Devletleri bizi istila etmeye çalışmadan sorunlarımızla ilgilenebilir.” diye yorumluyor Ortadoğuya götürülen ‘zorunlu demokrasi’yi. Yine bir başka İran aydını, ülkesine ‘barışı ve huzuru götüren’ bir Amerikalı hakkında: “Shuster buraya geldiğinden beri, hava daha sağlıklı, daha temiz bir şeyler var. İçinden çıkılmaz kaotik bir durum karşısında, hep bundan kurtulmak için yüzyıllar gerek, diye düşünülür. Ama birdenbire bir adam ortaya çıkar ve ölüme mahkûm olduğu düşünülen ağaç sanki sihirli bir değnek değmiş gibi yeniden yeşillenir, yaprakları biter, meyve verir, dibine gölgesi düşer yeniden. Bu yabancı sayesinde ülkemin insanlarına yeniden inanmaya başladım.Bir yabancının yerlilere yaklaştığı gibi konuşmuyor onlarla, alınganlıklara ve alçaklıklara hiç aldırmıyor, hiç göz yummuyor, insanla konuşur gibi konuşuyor onlarla ve yerli halk da insan olduğunu keşfediyor yeniden. Benim ailemdeki yaşlı kadınlar onun için dua ediyor, biliyormusun?” diyor. Şaşırtıcı değil mi? Aynı dünyada yaşamıyor, aynı olayları yorumlamıyoruz sanki. Gelelim başlıkta belirttiğim “sarhoş Türkler” meselesine. Kitabın başlarında, özellikle Selçuklu döneminden birçok detaya yer veriliyor. Dönemin nasıl yönetildiğinden, saray hayatına, sultanların yaşayış şekillerine kadar birçok şey ayrıntılı şekilde anlatılıyor. Ancak idareciler bağımlılık derecesinde alkolik, güvenilmez, açgözlü ve zalim. Kadılar rüşvet almakla kalmıyor aynı zamanda bu mekanizmayı sağlamlaştırıyor. Topkapı sarayında kafası kesilen insanların başı taşlar üzerinde sergileniyor. Sultanlığını adalet üzerine kurduğunu bildiğimiz Tuğrul ve Çağrı Beyler sözünde durmayan, yağmacı olarak değerlendiriliyor. Sultan Albülhamidse “zır deli ve tehlikeli bir cani, hastalık derecesinde kuşkulu biri” olarak tanımlanıyor. Tabi olay ve kişilerin kurgu olduğunu biliyoruz ancak yine de bahse konu kişilerin ucuz siyasi ve duygusal bağlara kurban edilecek kişiler olmadığı fikrindeyim. Tüm bu ayrıntıları görmezden gelirsek eğer, konunun güzel; yazarın sıkmayan, etkili bir anlatımı olduğunu söyleyebilirim. Okuyanı imgelere boğmadan, anlatılmak isteneni yer yer soyutlamalarla ya da hoş benzetmelerle sunuyor. Hayyam da dahil, anlatılan karakterler gerçekten bu kişilik özelliklerine mi sahip, tartışılır. Ancak gerçek şu ki yazar okuyana tarihin kapılarını aralıyor, araştırma ve sorgulamaya sevk ediyor. İncelemeyi buraya kadar okuduysanız eğer, tüm eleştirilerime rağmen kitabı da okumanızı tavsiye ederim. :)) Çünkü bizzat okuyup değerlendirmenizi isterim. Tabi okurken anlatılanların kurgudan ibaret olduğunu ve yazarın tarihi otorite olmadığını aklınızda bulundurmayı unutmayın. Bu yaşta ve bu bilinçle, okuduğum kitaptan edindiğim izlenim yine böyle kayda geçsin istedim. Hayyam’a adanmış bir kitabın incelemesini yine onun sözleriyle bitireyim: “Denize düşüp kaybolan su damlası Toprağa karışan toz zerresi Nedir bu dünyaya gelip gidişimizin manası? Fena bir böcek işte, bugün var yarın yok.”
Semerkant
SemerkantAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202061,4bin okunma
··
45 görüntüleme
Sâki okurunun profil resmi
Tebrikler! Yine çok güzel ve detaylı bir inceleme. Kitaptaki hiçbir ayrıntıyı ziyan etmemişsin. Bir sonraki incelemeyi merakla bekliyorum 😊
Tuğba okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Henüz okumamış olanlar için bu kadar detay vermem okuma zevkini kaçırabilir ama benim aklımda yer edebilmesi için bunlardan bahsetmem gerekiyordu. Bunlar en çok kendime not. Yoksa haddime değil söz söylemek.
2 sonraki yanıtı göster
Adem Yavuz okurunun profil resmi
👏 👏 👏
Post Mortem okurunun profil resmi
İncelemenizi tam da oraya kadar okudum :D emeğinize sağlık. Benim de yakındığım noktaya değinmişsiniz. Hayyam, Nizam ve Sabbah'ın olduğu bölümler su gibi akıp giderken, kitabın diğer yönü bu akışa set çekmiş gibiydi doğrusu. Hayyam demişken,
Hayyam: Yıldızların Efendisi
Hayyam: Yıldızların Efendisi
bu kitaptan da bahsetmemek olmazdı benim için. Tavsiye ederim.
Tuğba okurunun profil resmi
Beğeniniz ve özellikle de öneriniz için teşekkür ederim. Şuan Alamut’u okuyorum ve Semerkant’la ilgili olarak şöyle bir düşünce daha uyandı bende. Aslında Semerkant; Hayyam, Hasan Sabbah, Nizamülmülkü ve aralarındaki ilişkiyi tanıma açısından bir giriş kitabı olarak değerlendirilebilir. Sonrasında aynı konuyu ele alan okumalar yapmak faydalı olacaktır.
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.