Gönderi

Post-truth tartışmalarında gündeme gelen ”narrative truth” yani ”anlatı hakikati" diye çevirebileceğimiz bir deyimi irdelememiz bu bağlamda yerinde olur.9 Postmodernist bakıştan etkilenerek ortaya atılan bu kavram daha ziyade şu anlama gelmektedir: Şayet nesnel doğru/ hakikat diye bir şey yoksa geriye kalan sadece öznel bakış açımızı yansıtan anlatılar üzerinden başkasını ikna etme uğraşıdır. Her anlatı kendince bir hakikat öne sürer ve bu anlamda bir anlatının bir diğerinden daha hakiki olduğunu söylemeye hakkımız yoktur. Daha önceden değindiğimiz ”alternatif olgular" bu duruma işaret eden bir deyimdir. Bir anlatı belli olgulara gönderme yapıyorsa, buna alternatif olan bir anlatının gönderme yaptığı olguların radikal farklılığını açıklamanın tek yolu ortada alternatif olgular olduğunu öne sürmektir. Bu bakış açısının hakikat, anlatı ve olgu gibi kavramların içini boşaltıyor olduğu açık olmakla beraber, pratik alanda mücadele edilmesi de bir o kadar sorunlu bir bakış açısıdır. Öncelikle yapılması gereken bu bakış açısının dayandığı düşünce hatalarını ortaya koymaktır. Etik bir doğrunun ancak bir anlatı üzerinden aktarılabileceğini söylemiştik ancak her anlatının etik doğruları açığa çıkardığını söyleyemeyiz. Anlatı tıpkı retorik gibi iyi ya da kötü amaçla kullanılabilecek bir araçtır. O yüzden her anlatının bir hakikate işaret ettiğini varsayan ”anlatı hakikati" deyimi oldukça sorunludur. Bir anlatı en fazla bir hakikat öne sürdüğünü iddia edebilir. Ama öne sürülenin hakiki olup olmadığı anlatının olgulara ne kadar sadık kaldığı ve daha da önemlisi olguların değerlendirmesi yapılırken ne kadar dürüst ve adil olunduğuyla ilişkilidir. Nietzsche’nin bize söylemeye çalıştığı tam da budur. Nietzsche bilimsel ve tarihsel doğrular arasında bir ayrım olduğunu belirlemekle kalmaz, bu doğruların doğru olma ölçütlerinin de farkını ortaya koyar; bilimsel doğrular nesnel, tarihsel doğrular adil olmayı gerektirir.
Buket Korkut RaptisKitabı okudu
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.