Gönderi

^Yalnız Bir Opera^
"Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda, Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim. Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim, Ben sende bütün aşklarımı temize çektim. İmrendiğin, öfkelendiğin, Kızdığın ya da kıskandığın diyelim, Yani yaşamışlık sandığın, Geçmişim... Dile dökülmeyenin tenhalığında, Kaçırılan bakışlarda, Gündeliğin başıboş ayrıntılarında, Zaman zaman geri tepip duruyordu Ve elbet üzerinde durulmuyordu. Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim. Başlangıçta doğruydu belki... Sıradan bir serüven, Rastgele bir ilişki gibi başlayıp, Gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan, Benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin. Ve hala bilmiyordun sevgilim, Ben sende bütün aşklarımı temize çektim. Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana, Bütün kazananlar gibi, Terk ettin... Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim... Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum. Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu. Yüzündeki kuşkun kedere, Gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine, Çerçevesine sığmayan munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine, Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu. Yaz başıydı gittiğinde... Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, Belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma... Yaz başıydı gittiğinde... Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda. Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını, Takvim tutmazlığını, Aramızda bir düşman gibi duran Zaman'ı... Daha o gün anlamalıydım; Benim sana erken, Senin bana geç kaldığını... Gittin... Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri... Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, Olmamıştı, eksik kalmıştı... Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık, yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, Dilsizler gibi bakışıyorduk. Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık. Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, Dilimiz çözüldü, Güvenle ilerledik birbirimize. Gittin... Şimdi bir mevsim değil, Koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum... Ne sen dönebilirsin artık, Ne de ben kapıyı açabilirim sana. Şimdi biz neyiz biliyor musun? Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan, Boşlukta iki yalnız yıldız gibi, Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz. Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca... Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız. Ne kalacak bizden? Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim, Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında. Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden? Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak? Şimdi biz neyiz biliyor musun? Yıkıntılar arasında, yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada, Bir şey bulduğunda; neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi, Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi... Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek, Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz. Kış başlıyor sevgilim, Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor. Bir yaz daha geçti, hiçbir şey anlamadan, Oysa yapacak ne çok şey vardı Ve ne kadar az zaman... Kış başlıyor sevgilim, İyi bak kendine. Gözlerindeki usul şefkati; Teslim etme kimseye, hiçbir şeye. Upuzun bir kış başlıyor sevgilim, Ayrılığımızın kışı başlıyor, Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime. Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak... Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır, İçinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun. Para etmez, kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar... Bir aşkı yaşatan ayrıntıları, nereye saklayacağınızı bilemezsiniz. Çıplak bir yara gibi sızlar, Paylaştığınız anlar, eşyalar... Gözünüzün önünde durur, birlikte yarattığınız alışkanlıklar. Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de. Bakamazsınız aynalara, Çağrışımlarla ödeşemezsiniz. Dışarıda hayat düşmandır size. İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz, Bir ayrılığın ilk günleridir daha... Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla. Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup, Kulak verdiğiniz saatin tik takları, Kaplar tekin olmayan göğünüzü. Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç, suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz, Bakınıp dururken duvarlara; Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak gibi, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi, Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi, Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi... Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi, Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken Ve kazanmış görünürken derinliğimizi, Ne zaman ki yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde, Bir anın, yalnızca bir anın, Bütün bir hayatı kapladığı anlar... O tik taklar kadar önemsiz kalır şimdi, Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar. Denemeseniz de, bilirsiniz, Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar. Bana zamandan söz ediyorlar. Gelip size zamandan söz ederler, Yaraları nasıl sardığından ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden... Zamanla ilgili bütün atasözleri, gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi... Dahası onlar da bilirler ama yine de güç verir, Bazı sözler, sözcükler... Öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak... Kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek uğruna, içinizi öldürmek. Zaman alır. Zaman... Alır sizden bunların yükünü. O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir, Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. O boşluk doldu sanırsınız, Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir... Gün gelir, bir gün, Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide, O eski ağrı, Ansızın geri teper. Dilerim geri teper... Yoksa gerçekten, Bitmişsinizdir. Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları, önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, Çok sonra değerini kazanır. Yokluğu, derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık, Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan, Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır. Ölmüş saadeti karşılaştır, yaşayan mutsuzlukla. Günlerin dökümünü yap. Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini, Kim bilebilir ikimizden başka? Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi... Bir düşün... Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya, Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada. Ölmüş saadeti karşılaştır, yaşayan mutsuzlukla. Bunlar da bir işe yaramadıysa, Demek, yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda. Bu şiire başladığımda nerede? Şimdi neredeyim? Olgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden, İkindi yağmurlarını bekleyen, yaz sonu hüzünlerinden, Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim geçti, her çağın bitki örtüsünden... Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından Bakarken dünyaya, Yangınlarda bayındır kentler gibiyim: Çiçek adlarını ezberlemekten geldim. Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların Unuttuklarını hatırlamaktan, Uzak uzak yolları tarif etmekten, Haydutluktan ve melankoliden Giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden, Duyarlığın gece mekteplerinden geldim. Bütünlemeli çocuklarla geçti, Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları. Dokunmaların ve iç dökmelerin vaktinden geldim. Bu şiire başladığımda nerede? Şimdi nerdeyim? Yaram vardı. Bir de sözcükler, sonra vaat edilmiş topraklar gibi... Sayfalar ve günler... Işık istiyordu yalnızlığım. Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum. İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde. Aşk ve acı, usul usul eriyen bir kandil gibi söndü. Daha şiir bitmeden, Karardı dizeler. Aşk... Bitti. Soldu şiir. Büyük bir şaşkınlık kaldı, o fırtınalı günlerden... Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım. Ağır sınavlar vermiştim, değişen ruh iklimlerinde. Aşk yalnız bir operadır, biliyordum. Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım... Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim. Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu. El kadar gökyüzü, mendil kadar ufuk... Birlikte çıkılan yolların yazgısıdır: Eksiliyorduk... Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim. Her otelde biraz eksilip, biraz artarak Yani çoğalarak; Tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında, Ağır ve acı tanıklıklardan geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum, Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu. Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de... Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları Ve açık hayatları seviyordu. Buraya gelirken Uzun, uzak yollar için her menzilde at değiştirdim. Atlarla birlikte terledim, yolları ve geceleri. Ödünç almadım, hiç kimseden hiçbir şeyi; Çıplak ve sahici yaşayıp, çıplak ve sahici ölmek için. Panayır yerleri... Panayır yerleri... Ölü kelebekler... Ölü kelebekler... Sonra dünyanın bütün sinemalarında, bütün filmleri seyrettim. Adım onların adının yanına yazılmasın diye, Acı çekecek yerlerimi yok etmeden Acıyla baş etmeyi öğrendim. Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? İpek yollarında kuzey yıldızı, Aşkın kuzey yıldızı, Sanırsın durduğun yerde Ya da yol üstündedir. Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar, Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar Ve toy yaşın bilmediği hesap: Işık hızı... AŞKIN BİR YOLU VARDIR, HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN. AŞKIN BİR YOLU VARDIR, HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN. Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar, gözler. Gözlerim... Aşkın kuzey yıldızıdır bu, Yazları daha iyi görülen. Ben, öteki, bir diğeri, ona doğru ilerler. İlerlerim... Zamanla anlarsın, bu bir yanılsama. Ölü şairlerin imgelerinden kalma... Sen de değilsin. O da değil. Kuzey yıldızı daha uzakta... Yeniden yollara düşerler. Düşerim... Bir şiir yaşatır her şeyi, yaşamın anlamı solduğunda. Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında; Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler... Yaşamsa yerli yerinde. Yerli yerinde her şey... Şimdi her şey, doludizgin ve çoğul. Şimdi her şey, kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi. Şimdi her şey yeniden... Yüreğim, o eski aşk kalesi, Yepyeni bir mazi yarattı, sözcüklerin gücünden. Dönüp ardıma bakıyorum, Yoksun sen... Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren." -
Murathan Mungan
Murathan Mungan
··
90 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.