Gönderi

Önceden ve şimdiki yazılarım.
ayırt edemediğim, ötesimi anlayamadığım bir andı.Çünkü sarılmanın kendisi karışık bir eylem,ama sıcacıktı. Birkaç dakika sürdü sonra silindi..uyandığımda bomboş duvarla bakışmıştım.Gözlerimi tekrardan sıkı sıkı kapatmak fayda etmedi. Gerçek dünya geniş göğsünde uzandığımız uyku kadar şefkatli olsaydı.. “zamansızdır, seslerden üşür insan sevmezse mezarını bile sevmez” Görüntüler ve sesler,daha önce anımsadığım daha doğrusu bu denli detayları anımsadığım ayrıntıları bir bir önüme seriyor. Serilen her bir görüntünün seslerin içinde sen oluyorsun.Belki bir duvara çarpana kadar ama bu çayırlarda hiç duvar yok,dümdüz…Duvarın nerede olduğunu biliyorum abi. gayet iyi biliyorum..Ben de o duvar değil miyim? Bunları bana yazabilir misin,bana okuyabilir misin sakince,tekrar…her şey eştir, her şey denktir bu toprakta. Şimdi yılları aşıp geriye dönsem,biraz olsun acını dindirsem en geç yaşımda kayboluşumu kabullenirdim .Hiç duymadığın ama hep dilediğin o sevgi dolu cümleleri senin için ezberledim. En iyi oyun arkadaşın olmayı isterdim ve en genç yaşımda arkadaşsız kalmayı sorun etmezdim. Yalnız kaldığın günlerde,sana en iyi yol olmayı isterdim. Seni asla yormayan pürüzsüz ve tüm güzelliklerin çevresinde olduğu,yokuş aşağı bir yol..dizlerinin üzerine her düştüğünde,seni kaldırıp tekrar koşmaya devam eden,kardeşin olmayı .çok isterdim ve bu genç yaşımda kardeşsiz kalmayı asla sorun etmezdim. Yılları aşıp geri dönebilsem,seni ne çok sevdiğimi sen sıkılana kadar,sana söylerdim,ne çok sevildiğini unutma diye..acına karşılık,acım olduğunu bil diye..belki de o zaman sen savaşçı olurdun..bir kuzgun olsam,anlatırdım o sahipsiz kalan kuşlara,onları ne çok sevdiğini ve bu genç yaşımda dilsiz olmayı sorun etmezdim,onları ne çok sevdiğini bildiler diye.O karanlık gecede yanında olsam,sana yalvarırdım gölge ellere dokunma diye,omuzlara bilinmezliğin yükünü alma diye..Şimdi sen,ben olduğunu bilsen,bu yazdıklarına çok üzülürdün ve sen genç yaşında geri dönebilsen bana yalvarırdın ben olma diye.Zaman hızla akıp gidiyor ama o gelmiyordu.Tek istediğim sadece onunla konuşmak,sadece küçücük bir an,sonra özgür olacaktım. Onun gövdesinden ve sessizliğinden çıkıp bu taşıdığım kökleri toprağına serip özgür olacaktım.Koca günün ardından o hiç gelmedi.Onun yokluğunda toprağına ektiğim çiçeklere su verdim,bir süre onlara bakabildim. Her yok oluşunda günlerim daha da kısalmıştı. Her gelmeyişinde içine gömüldüğüm beton ve çelik,gövdemin şeklini alıp beni boğarak,kendileriyle yaşamaya mecbur kıldı..Hala bırakamadığım bir alışkanlığımdır. İşin aslı bırakmayı da istemediğim… -Ben kalakaldım öylece… Mayıs..yaşam sevinci çoğu insan için,benimse yaşayabilme umudum…ayın sonlarına doğru,oysa benim gözümde 15 yılın öncesinin ölüm sessizliği canlanıyor hep. O titreyerek,hayat ve ölüm arasında ki çizgide yürüdüğün,canından bir parçayı son kez kucaklayıp toprağa teslim ettiğin günün,ayın son gününe denk düşmesi ve hep içimi acıtan kanatan bir zaman törpüsü olarak içimize çöreklenmesi bir metanet sınavı mıydı?.
·
10 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.