Gönderi

İki ülke arasında hiç bitmeyecek bir baş ağrısı. Rusya, Boğazlar'dan olabildiğince çok petrol tankeri geçirmek istiyor. Türkiye, '1996'da 65 milyon ton petrol geçti, 2003'te 135 milyon tona çıktı. İstanbul tehdit altında' diyerek geçişleri sınırlamak için her yolu deniyor. Rusya bu yıl ilk kez Putin'in ağzından 'Boğazlar'da Türkiye'nin çevresel kaygılarını anlayışla karşıladığını' açıkladı. Ama her şeye rağmen Moskova uluslararası anlaşmalara dayanarak serbest geçiş hakkını sınırlandırmamak için uğraş veriyor. Daha da önemlisi Rusya, Türkiye'nin sınırlamalarının Son dönemde çok sayıda Türk vatandaşının Çeçenya'da Rus ordusuna karşı savaşırken öldürülmesi Moskova'yı kızdırdı. Savunma Bakanı Sergey İvanov gibi 'şahinler' bunu kamuoyu önünde Türkiye'yi suçlamak için gerekçe yaptı. Ancak Kremlin konuyu daha 'sağduyulu' değerlendiriyor. Resmi görüş, Çeçen direnişçilere Türk hükümetinin destek vermediği, ancak bazı dernek ve örgütlerin Çeçen güçlere yardımını da engellenmediği yolunda. Artık 'Çeçen ve PKK kartları' dönemi kapandı ama yine de Ankara'dan 'daha sıkı denetim' bekleniyor. Zorlu Grubu ile ortak girerek kazandığı TÜPRAŞ ihalesi iptal edilen Tatneft tepkisini çok ılımlı dile getirse de kızgınlık Kremlin'e kadar iletildi. Moskova, 'Türkiye yabancı sermayeyi teşvik edeceğine engelliyor. TÜPRAŞ ile başlayacak, bu yolda çok sayıda dev Rus şirketi Türkiye'de büyük yatırımlara yönelecekti. Şimdi bir daha düşünecekler' kaygısında. Konu bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan'a iletildi. Yanıt Rusları tatmin etmedi: "Bu siyasi değil hukuki bir karar. Yapacak birşey yok." Bu yıl sonunda rekor kırılarak 10 milyar dolarlık dış ticaret hacmine ulaşılması bekleniyor. Ancak Rusya lehine büyük dengesizlik var. Türkiye 'Doğalgaz bedelinin bir kısmını eskiden olduğu gibi mal ve müteahhitlik hizmetiyle ödeyelim' diyor. Rusya da hep aynı cevabı veriyor: 'Ticarette dengesizlik olduğu doğru değil. Rusya'dan kazandığınız turizm gelirlerini ve bavul ticaretini hesaba katmıyorsunuz. Gaz karşlığı malı kabul etmeyiz'. Bavul ticaretindeki kısıtlamalar için de Rus tarafı, 'Bavulla ticaret değil seyahat yapılır. Bu yöntemle vergisiz kazanç sağlanıyor. Bu, ihtiyaçtan doğan bir ticaret şekliydi ve vadesi doldu. Artık resmi ticarete yönelin' diyor. Putin'den İddialı 'Son Sesleniş' Daha önceki gün ilk Rusya Federasyonu Devlet Başkanını uğurlayan Rus halkı, 26 Nisan 2007 tarihinde bugünkü devlet başkanının gelecekle ilgili planlarını canlı yayından seyretti. Seçim sürecine giren Rusya'da bu yılın sonunda parlamento seçimleri ve Mart 2008'de başkanlık seçimleri yapılacak. Putin'in sekiz yıllık iktidarı sırasında sekizinci olan ulusa seslenişin son olması kuvvetle muhtemeldir. Anayasaya göre Putin üçüncü kez devlet başkanı adayı olamaz. Daha önce iktidarda kalmak uğruna anayasayı değiştirmeyeceğini belirten Putin, söz konusu konuşmayı yaparken de son kez ulusa sesleniş konuşmasını yaptığını belirtti. Beklentilerin aksine Putin, iktidar süresi içerisinde kendi yaptıklarını değerlendirmek yerine, ileriye bakmayı tercih etti. Gerçekten de Rusya, yeni bir aşamaya geçti. Rusya artık zor geçen 1990'ları geride bıraktı. Bugün ekonomik olarak büyüyen ve dış politika alanında ABD dâhil her güce meydan okuma potansiyeline sahip olan bir Rusya var. Her açıdan Rusya'nın eski günlerine dönmeyeceğini sergilemeye çalışan Putin, Yeltsin ölmeden çok önce törensiz, tantanasız Yeltsin dönemini gömmüştü. Yeltsin dönemi Rus dış politikasının en önemli özelliği, Rusya'nın Batı karşısında önlenemez bir çekilme sürecinde bulunmasıydı. Mesele sadece Rusya'nın yurtdışındaki çıkarlarını koruyamaması ile ilgili değildi. Mesele, ABD'nin Rus iç siyasi sürecinde de etkinliğe sahip olmasıydı. Demokratikleşme süreci sonucunda Rus kimliğinin ve dolayısıyla çıkarlarının da değiştirilmesi amaçlanmıştı. Bu anlamda Rusya, ABD'nin ümitlerini tamamen boşa çıkardı. Üstelik bugünden bakarak denebilir ki, ABD'nin Rusya politikası olmasaydı ve Rusların kesinlikle dönmek istemedikleri Yeltsin dönemi olmasaydı, Putin Rusyasının ortaya çıkması mümkün olmazdı.Bugünkü Rusya, 1990'ların Rusyasından kalın çizgilerle ayrılıyor. Mesela Nisan ayındaki Moskova'da düzenlenen muhalefet gösterilerini ele alalım. Dünya medyası bu gösterilere geniş yer ayırmasına rağmen, Rusya'da bu gösteriler herhangi bir ses getirmediği gibi, meydana çıkan göstericiler de son derece sınırlı kalmıştı. Özel timler aracılığıyla gösterinin sert bir biçimde dağıtılması, Batı'nın Rusya'ya yeni eleştiriler yöneltmesine sebep olmuştu. Ancak o gün alanlarda yapılan esas gösteri, birkaç bin liberalin ve yeni Bolşeviklerin gösterisi değil, Rus yönetiminin kararlılık gösterisiydi. Bu kararlılığın esas hedefi de zaten alanlardaki muhalifler değil, ABD idi. Moskova ve St. Petersburg'daki muhalefet gösterileri Londra'da yaşayan eski "Kremlin babası" Boris Berezovskiy'nin Putin karşıtı açıklamalarından hemen sonra gerçekleşmişti. Yeltsin döneminde Rus siyasetindeki etkinliğiyle tanınan özelleştirme zengini "oligark" Berezovskiy, Putin yönetimini devirmek için para aktarımında bulunduğunu belirtmişti. Ne var ki, hafife alınabilecek Berezovskiy'nin açıklamaları bu yöndeki yegane açıklamalar değildi. Nisan ayında ABD Dışişleri Bakanlığı'nın arka arkaya yayınladığı belgelerde Rusya'nın demokratikleşmesi için ABD'nin bazı siyasi akımlara mali ve teknik destek verdiği ve vereceği ifade edilmişti. Söz konusu belgelere tepki gösteren Rus parlamentosunun alt kanadı Duma, bunun Rus iç siyasi hayatına karışmak anlamına geldiğini açıklamıştı. Yabancı ülkelerin Rus iç siyasi hayatını etkileme gücünü kısıtlamak için ilk yıllarından beri mücadele veren Putin, ABD'nin Rusya'yı karıştırmak istediği kanaatindedir. Son zamanlarda ABD'nin demokratikleştirme söylemine antitez üretmenin peşinde olan Putin, ulusa sesleniş konuşmasında esas olarak uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesi gerektiğinin altını çizdi. Putin, bazı ülkelerin benimsediği demokratikleştirme söylemi ve sömürgeleştirme döneminde uygarlaştırma söylemi arasında paralellik kurdu.
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.