Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

190 syf.
9/10 puan verdi
·
10 saatte okudu
Kral Lear ve Kurosawa'nın Ran Filmi Karşılaştırmalı İnceleme
YouTube kitap kanalımda Shakespeare'in hayatı, mutlaka okunması gereken kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: ytbe.one/rGxh2RVjmNU Daha önceden buraya iyisiyle kötüsüyle 246 inceleme bırakmışım fakat bu incelemede önceden hiç yapmadığım şekilde Kral Lear'ı, sinemadaki harika uyarlaması olan Kurosawa'nın Ran filmiyle birlikte karşılaştırmalı olarak inceleyeceğim. Tanıyanlar tanır, 26 yaşında Citizen Kane filmini yöneterek harika bir işe imza atmış olan yönetmen Orson Welles, Kurosawa için "Shakespeare'e dokunmaya hakkı olan tek adam" demiş. Haklı da Welles. Kurosawa'nın filmlerinin ana temasının "İnsanlar göründükleri gibi değildir" cümlesinde saklı olduğunu anlamak gerek. Çünkü Shakespeare'in oyunlarında da "insanlar göründükleri gibi değildir". Benim fikrimi soracak olursanız da insan olmak, iç görünüş ile dış görünüş arasındaki mesafeyi azaltma sanatıdır. Bir İngiliz oyununun bir Japon coğrafyası eşliğinde kendisine sinemada yer bulması kulağa ilk bakışta çok absürt geliyor. Hem Shakespeare'in oyunundaki Kral Lear'ın çocukları kız iken, Japonya'daki feodallikten dolayı Kurosawa'nın filmindeki hükümdarın çocukları erkek mesela. Sırf bu bile erkek-kadın bakış açıları arasında bir denge kurulmasını gerektirirken Kurosawa'nın gerçekliği ele alış biçimiyle zaten kendisine saygı uyandıran bir yapıt olduğunu hiç sinema tarihine hakim olmayan biri olsak bile hemencecik anlıyoruz. Her ne kadar Shakespeare, Kurosawa'nın bu filmi yapmasından 370 yıl kadar önce ölmüş olsa da, insan, her zaman insandır. İnsan, hırslarıyla, ihtiraslarıyla, yanılgılarıyla, çelişkileriyle ve bitmek bilmeyen her türlü konudaki evrimiyle insandır. Shakespeare'in de Kurosawa'nın da buluştuğu ortak küme insanlık kümesidir zaten. Rashomon filminde herkesin yalanının ve gerçeklik algılarının değişebileceğini farklı bakış açılarından sunan, Yedi Samuray filminde savunma sanatını, samuraylığı ve çekim tekniklerini dibine kadar işleyen, Ikiru filminde ise dış görünüşünden umudunu kaybetmiş gibi görünen bir adamın iç dünyasında ikinci bir baharı yaşamasını anlatan Kurosawa, Kral Lear kitabının uyarlama filmi olan Ran'da ise aynı Shakespeare gibi artık önüne geçilemeyecek bir çöküşü anlatıyor bize. Hem... Toplumlar ve devletler çöker de insan çökmez mi sence? Bence en büyük çöküş, insanın içindeki imparatorlukların çöküşüdür. Beyin ile kalbin arasındaki otobanlar arasında taşınan düşünceler ve hislerin de kendilerine özgü çöküş hikayeleri vardır. Bu çöküşlerin en büyük sebebi de hırstır, insanoğlunun yanılgıya düşüp de şeytana kandığı o ilk andan beri, hırstır. Hırs ne yaptırmaz ki insana? İnsanları kral olarak görmek ister, kralları ilah olarak. Anlık bir kıvılcım gibi her şeyi bilmek ister, her şeye sahip olmak ister. Sanayi Devrimi'nin sonrasında daha çok açığa çıkar aslında hırsın bedeni. Öncesinde sadece bir silüet gibi insanların iç dünyalarında yer edinmiş olsa da devamında hırs her mekana, her deliğe ve her boşluğa yerleşmiştir. Dünyanın bir diğer adı hırs gezegeni olmuştur. Aslında çok kolay görünür bize sadakat, intikam, hırs, aile içi ilişkiler, erdemlilik gibi konular, çünkü hepimizin hayatında bunlar az ya da çok şekilde vardır. Fakat bunları karakterlerin iç dünyalarında bir duygu ekolayzeri gibi anlatabiliyor olmak hem Shakespeare'e hem de Kurosawa'ya çok yakışmıştır. Bazen hiç beklemediğiniz ve hiç umut beslemediğiniz insan size en çok sadık olandır. Bazen de çok beklentinizin olduğu, yerlere göklere sığdıramadığınız insanlar sizi en çok üzen insanlar olur... Dünyanın dengesi böyledir işte. Bununla birlikte keşke Shakespeare ile Kurosawa arasında yaklaşık 400 yıl olmasaydı da bir masada Kurosawa, Kral Lear kitabı hakkında ve Shakespeare de Ran filmi hakkında görüşlerini söyleyebilseydi. Shakespeare'in hayatında 1 tane film izleyememiş olması ve kitapları üzerine kendisinden sonra icra edilen tiyatrolar, inceleme metinleri, filmler ve daha nice ürün onun bize ne kadar değerli olduğunu yeterli olarak anlatır nitelikte zaten. İyi seçimler yaparsak iyi bir kaderimiz olur, kötü seçimler yaparsak da kötü bir kaderimiz olur. Kral Lear'ın seçimleri kötüydü, kötü bir kaderi oldu. Kötü çöktü, toparlanamadı, her yönden dağıldı. Ama biz de böyle hissetmiyor muyuz bazen? Bizim de Lear gibi bir imparatorluğumuz olmayabilir fakat içimizdeki düşünce imparatorluklarının çöküşleri ne kadar da hislerimizle paralel olarak gerçekleşiyor. Umut beslediğimiz insanlar bizi ne kadar da hayal kırıklığına uğratabiliyor. İşte, Shakespeare ve Kurosawa'nın da aslında meselesi budur zaten. İnsanın boş iktidar hırsları ve intikam elde etme istekleri sonucunda ona hayal kırıklığı ve çöküşten başka bir şey gelmeyecek olması... Sadece filmin sonu için çok küçük bir spoiler veriyorum, filmi izlememiş olanlar altta yazdığımı okumasın. ----------------------- Filmin sonunda muhteşem bir manzaranın eşliğindeki bir dağın kenarında kitaptaki gözleri oyulmuş Gloucester karakterini karşılayan adamın elinden Tanrı'nın sembolü olan Buda kağıdı düşüyor. Böyle bir sahne kitapta yok, bu tamamen Kurosawa'nın eklemesi. Bu da belki insanoğlunun dinine karşı umudunu kaybettiği, dininin etrafında olan çöküşler karşısında bir çözüm getirmediği ve bu yüzden de REM'in Losing My Religion şarkısındaki gibi bir dinsel çöküş şeklinde de yorumlanabilir.
Kral Lear
Kral LearWilliam Shakespeare · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20098,1bin okunma
··
3.453 görüntüleme
L Büşra A. okurunun profil resmi
Oğuz,incelemeni okurken aklıma Dostoyeski'nin "Yeraltından Notlar" kitabı geldi."İnsanlar göründükleri gibi değildir" konusunda. Shakespeare ve Kurosawa'ın yeraltısı diyebilir miyiz? Tabii yanıladabilirim.Hem insan bazen kendinebile samimi olamazken nasıl olduğu gibi görünebilir. Birini okumadım diğerini de izlemedim. Sadece çağrışım yaptı emeğine sağlık. :)
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Aslında George Orwell’a göre Shakespeare, “yer üstünü ve yer üstündeki insanları seviyordu” O yüzden Shakespeare ile Dostoyevski’nin ayrıldığı pek çok noktadan birinin bu olduğunu söyleyebilirim. Shakespeare tamamen yerin üstünde ne varsa onlarla ilgilenmiştir ama tabii ki de Dostoyevski gibi Hamlet’in, Lear’ın, Macbeth’in de kendi yeraltılarına bakmayı unutmamıştır. Teşekkürler :)
tevrat okurunun profil resmi
“Böyle korkunç bir gecede, Kurtlar bile ulusaydı kapında, Seslenirdin kapıcıya: "Bırak, içeri girsinler," diye. Böyle davranırdı en acımasız yaratıklar bile.”
Eylül Türk okurunun profil resmi
Çok istifade ettiğim bir 26 dakikaydı, uzun zamandır böyle bir liste arıyordum, şahane bir Shakespeare rehberiyle karşılaştım...Çok emek vermişsiniz, video için teşekkür ederim. Eser ile ilgili tespitleriniz de çok yerindeydi, "insan olmak, iç görünüş ile dış görünüş arasındaki mesafeyi azaltma sanatıdır." Eserin başında "işin ne senin?" sorusuna Kent'in verdiği; "olduğum gibi olmaktır işim." cümlesi, sadakatin ve dürüstlüğün ön şartı gibiydi...İnsan bahsettiğiniz mesafeyi ne kadar azaltırsa, o kadar güvenilir biri olabiliyor demek ki... Filmi izlemedim ama son paragrafı okudum.Bazen kitabın son sayfasını okumamak için de zor tutarız kendimizi... :) Yine de izlemek niyetindeyim. Zhninize sağlık.
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
değerli vaktinizden ayırıp izlediğiniz ve bu yorumu yazdığınız için çok teşekkürler. kesinlikle her dediğimin hala arkasındayım. shakespeare de bu mesafeyi bugüne kadar en çok gözlemleyen insanlardan biriydi zaten 🤓
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.