Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

176 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 saatte okudu
BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİKLE AŞK VE İNANÇ
Marquez’in din, din adamları (kilise), yerel bağnazlıklar, ırkçılık konularına eleştirilerinin bolca yer aldığı romanına esin kaynağı olan iki olay bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Marquez’in büyükannesinin anlattığı yerel bir efsanedir. Buna göre, zamanında Karayipli bir markiz varmış, bu markizin saçları oldukça uzun olduğu için yerlerde sürünürmüş. Bir gün bir köpeğin ısırmasıyla kuduz olmuş ve bunun ardından da pek çok mucize gerçekleştirmiş. İkincisi ise Marquez’in gazetecilik zamanlarındaki bir muhabirlik anısına dayanıyor. Buna göre, tarihi bir manastır olup hastane olarak kullanılan Klaris Manastırı yıkılıp yerine otel yapılacaktır. Yıkımdan önce binanın zeminindeki mezarlar boşaltılırken bir mezardan bakır renginde oldukça uzun bir saçın çıkarılmasıyla herkes şaşırır. Saç 22 metre 11 santimdir! Ve mezarın kırılan parçalarından mezarda yatan kişinin ismine de ulaşılır: Sierva Marıa de Todos los Angeles. Klasik çok kısa (!) İspanyolca isimlerden, soyadı bulunamamış, bulunsa isim daha ne kadar uzayacaktı, siz hesap edin. Ama burada önemli olan Sierva Maria’nın romanın baş kahramanı olarak kurguda yer alacak olmasıdır. Romanın geçtiği bölgenin markisinin kızı Sierva Maria’yı kuduz bir köpek ısırır, ardından aynı köpek başka insanları da ısırır ve ölümlere yol açar ama Sierva Maria’da kuduz belirtisi görülmez. Buna rağmen hem kuduz şüphesiyle hem de ailevi birtakım nedenlerle Klaris Manastırına kapatılır. Romanın geçtiği zaman söylenmiyor olsa da engizisyonun etkin olduğu zamanlarda olayın geçtiğini anlıyoruz. O dönem kuduz hastalığının bir çözümünün olmamasının etkisiyle yöre halkı ve din adamları bu hastalığı şeytanın/düşmanın bir oyunu olarak niteliyorlar. Nitekim Sierva Maria’da cin olduğu (Hristiyan inancında cin çarpması şeytan çarpması olarak da kabul edilir.) şüphesi uyanır ve piskopos en güvendiği adamını bu konuyla alakalı olması için görevlendirir. Bu esnada manastırdaki rahibeler ile piskoposluk arasında tarihi sorunlar olduğunu okuruz: bu sorunların temelinde ise güç ve para tutkusu bulunur. Sierva Maria manastıra kapatıldıktan sonra garip olaylar olur veya olaylara rahibeler tarafından gariplik atfedilir ve kızın bir an önce uzaklaştırılması istenir. Piskoposun gönderdiği kişi olan Cayetano Delaura manastıra gider hemen ve kızda cinlerin olup olmadığı konusunda araştırmaya başlar. Bu süreçte kıza aşık olur ve kitabın adındaki ‘Aşk’, Sierva Maria ile Cayetano arasında cereyan eder. Bu aşkın geçtiği sayfalarda Marquez’in bir şairin şiirlerinden faydalanması aşka ayrı bir tat katmıştır. Kızda cin teşhisi sürecinde Marquez’in dine, din adamlarına yönelik eleştirilerini kurguya usta işi yerleştirdiğine tanık oluruz. Usta işidir, çünkü hem az sözle çok şeye ve etkili şekilde değinmiş olur hem de kendini geri planda tutmayı başarır. Bundandır ki yazarın bu eleştiriler esnasında tarafsız bir konumda bulunduğunu hissederiz. Eleştirilerinde temeli ise din ve din adamlarının bir hastalığı şeytana, cine yorarak ciddi ciddi bir genç kız üzerinde bunu araştırmaları ve akabinde de vahşi cin/şeytan çıkarma işlemleri yapmaları oluşturur. Benzer mantıkla aynı insanların bir doğa olayı olan güneş tutulmasına yaklaşarak, bunun çeşitli felaket ve uğursuzluklara neden olacağını konuştuklarını okuruz. Bu iki olguya bu insanların yaklaşımlarının altında yatan ise insanın bilinmeyene duyduğu korkudur. İnsan garip bir canlıdır, bir sarkacın iki zıt kutbu arasında gidip gelir sürekli: hem bilmek ister ölesiye hem de bilinmeyenden korkar yine ölesiye. Bundan dolayı bilim de yapar fal da bakar veya cine/şeytana da inanır. Öyle ki, 21. yy.’da yaşamasına karşın sevdiği bir şairin cinlerle konuştuğunu ciddi ciddi yazabilir. Ama bunu yaparak sevdiği şairin maharetine zarar verdiğinin farkına bile varamaz. Sözün kısası insan, bir ucunda bilimin diğer ucunda dinin veya bir ucunda aklın bir ucunda inancın* olduğu bir sarkacın arasında gidip gelen garip bir canlıdır. Öte yandan Marquez’in tek bir cümle din adamlarına nokta atışı hicvini paylaşmak istiyorum: “Sizlerin Tanrının sahipleri olduğunuzu zaten biliyoruz.” Evet, biliyoruz. İnsanları vicdanlarıyla nasıl baş başa bırakmamak için ellerinizden geleni yaptığınızı biliyoruz. Bununla birlikte din adamlarının bu konuda en büyük silahlarının korkutma taktiği olduğunu da biliyoruz ve Marquez bunu bir piskoposun ağzından ifade eder: “Dikkat et! Düşman (şeytan), bizim yanılgılarımızdan çok, zekamızdan yararlanır.” Kilisenin tarihindeki en büyük yanlışlarından birisi olan kitaplara sansür veya yasak uygulamasını bir diyalogta yasaklanan/sansürlenen kitapları ‘KÖTÜ YOLA DÜŞMÜŞ KİTAPLAR’ olarak nitelemesiyle gözler önüne serer. Öte yandan romanda yerel bağnazlıklar, ırkçılık konusu da benzer metotla eleştirilir. Romanın karakterlerinin de inanç açısından bir sarkacın iki ucunda gidip geldiklerini görürüz. Sierva Maria’nın babası marki, Tanrıya inancını kaybetmiş birisi olmasına rağmen piskoposla konuştuktan sonra yine tam olarak inanmasa da kızını manastıra vermeye razı olur. (bu hususta masum, mağdur bir baba olmadığını, bu davranışının altında başka nedenlerin de olduğunu belirtmiş olayım) Romanda akılcılığın tarafı olan ve Cayetano’nun hayran olduğu biri olan Abrenuncio’nun tanrıtanımaz olmasına karşın yer yer inanca göz kırpıyor olması, piskoposun bir ara inancını yitirmesi ama sonra kendisinin deyişiyle Tanrının kendisini doğru yola sokması ama bunun altında korkunun, güç ve para isteminin yatması, Cayetano’nun kitap tutkunu, akılcılığa meyilli bir dindar olması nedeniyle yaşadığı gitgellerden aşk aracılığıyla savrulmalar yaşıyor oluşu, parafın başındaki savımıza verebileceğimiz örneklerdir. Bir yerde, insanların acıdan kaçınmak için dünyanın dönmesi gibi bir gerçeği bile yadsıyabilecekleri, çünkü Galileo’da eksik olanın yürek olduğu ve bir başka yerde de bunun, Abrenuncio’nun “Çünkü biz tanrıtanımazlar, din adamları olmadan yaşamayı beceremeyiz,” diyerek ruhsal yöne vurgu yapılarak desteklenmesi söz konusudur. Tabi, buna ben katılmıyorum. İnsanın tabi ki ruh diye tanımlamaya alıştığımız bir yönü de mevcut ama bunun doyurulmasının yolunun din adamlarından geçtiğini düşünmüyorum, insan dine inansın veya inanmasın. Bir başka katılmadığım buna benzer ifade ise şuydu: “İnançsızlık, inançtan daha dayanıklıdır, çünkü duygularla besleniyordu.” Bilakis inanç daha çok duyguyla beslenir ve hayatta kalır. İnançsızlık, kişinin araştırması ve sorgulamasının neticesinde karşılaştığı bir zorunluluktur. Bu yönde bu sefer bir açıdan katıldığım bir açıdan katılmadığım bir ifade şudur: “Artık inanmaz olmanın, daha önce inancın bulunduğu yerde silinmez bir yara izi bıraktığını düşünmüştü hep.” Yara izine ne mana verdiğimize bağlı olarak ifadeye yaklaşımımız değişiklik gösterecektir. Katılmadığım husus şu, bunun içe dert olan bir şey olarak algılanabilecek olması ve bunun yanlış bir değerlendirmeye neden olacağıdır. Katıldığım husus ise zorunluluk olan inançsızlığın kişinin hayata ve kendine bakışında yepyeni bir sayfa açıyor olması nedeniyle adeta dünyaya fırlatılmışlık hissiyle karşı karşıya kalarak, inançtan alıştığı hazır yaşama paketinden azade olarak her şeyi kendisinin imar edeceği yeni bir hayata geçmesiyle birlikte birtakım varoluşsal sorunlar yaşayabileceğidir. Bundan dolayı ateistleri (şimdilik, ileride bu konuda daha çok düşünürsem veya fark edersem) ikiye ayırıyorum: bireysel ateistler ve toplumcu ateistler. Toplumcu ateistler, inancın hazır yaşama paketindeki topluluğun ve hayatın amacı savının yerine toplumun öncelenmesi, onunla bir olma ve onun uğruna büyük işleri kendine ideal olarak belirlemeye yönelirler. Bu tutum aslında Nietzsche’nin uçurumuna sonuna kadar bakamama olarak da görülebilir. Bireysel ateistler ise bu uçuruma sonuna kadar bakarak, onun da kendilerine olan bakışını görmek isterler. Bununla birlikte kendini bireysel gerçekleştirme eğilimleri daha fazla olur. Romana ismini veren cinlerin herhalde kimi insanların inandığı üç harfliler kod adına sahip cinler olmadığını anlamışızdır. Çünkü asıl cinler, insanın kini, hoşgörüsüzlüğü ve budalılığıdır ve yine asıl cinler roman özelinde, ırkçılık, yerel bağnazlıklar, din ve din adamlarının nahoş akıl dışı dogmatik tutumlarıdır. Marquez bu kısa romanına, büyülü gerçekçilik anlatımıyla pek çok şeyi sığdırmıştır. Herkese tavsiye ediyorum. İyi okumalar
Aşk ve Öbür Cinler
Aşk ve Öbür CinlerGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 20166,7bin okunma
··
5,2bin görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
En sevdiğim Marquez kitabıdır. Böyle güzel yorumlanması beni çok mutlu etti. Zevkle okudum incelemenizi.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.☺ Benim en sevdiğim dördüncü Marquez romanı, ilk dört şu şekilde: 1. Yüzyıllik Yalnızlık 2. Başkan Babamızın Sonbahari 3. Kırmızı Pazartesi 4. Aşk ve Öbür Cinler Ama siralamadaki kitaplar arasında fazla bir fark yok derecelendirme yaparken, birbirine yakın güzellikte eserler. Marquez, yüzyılımızin en önemli yazarlarından birisi kuşkusuz.☺
2 sonraki yanıtı göster
BurcuBeytullah okurunun profil resmi
Kitabın ilk sayfasından itibaren uzun isimler ve sürekli kafamda kopuk kopuk acaba bir yeri mi kaçırdım hissi hiç gitmedi. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı ve memnun kalamadım. Ama ne oldu acaba konusunda da meraklanmıştım ve çok iyi bir incelemeyle aydınlattınız. Yorumlarınız ve incelemeniz için teşekkürler ✨
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim buna sevindim :)
İrem Demirci okurunun profil resmi
Mükemmel bir inceleme olmuş, kitap öncesi harika bir bilgilendirme oldu teşekkürler.
Kaan okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim, begenmenize sevindim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.