Gönderi

Yalnızlar İçin Ütühane
Size ütühaneye nasıl anlatacağım. Ütü yapmak ev işlerinin arasındaki en sıkıcı görevdi bana göre. Görevdi diyorum çünkü o zamanlar Oğuz'la evliydik. Günün belli saatlerini Oğuz'un gömleklerini ve pantolonlarını nasıl bir stratejiyle ütüleyeceğimi düşünerek geçiriyordum. Tut ki tam olmadı, bir kez hatalı ütüledin mi geriye dönmek çok zor, ya kıyafeti hepten ıslatacaksın ya da makineye atacaksın. Öyle de bir dönülmez yol. Eğer bu yola girersem, öteki sabah Oğuz'la yapacağımız tartışmalarda kıyafetlerin ve benim hakkımı nasıl savunacağımı kuruyor ve akşamımı da böyle yiyordum. Sonra Oğuz benden ayrıldı. Kötü ütü yaptığım için değil, hatta kötü yemek yaptığım, kötü temizlik yaptığım, kötü sohbet ettigim, kötü seviştiğim, kötü giyindiğim, kötü göründüğüm için de değil. Sadece ayrıldı. Nokta. Apartmanın artık kullanılmayan kömürlük katına Oğuz'dan kalan bazı eşyaları, günü gelince belki satarım diye çöpe atmadım, tıkmak için indiğimde aklıma dâhiyane bir fikir geldi! Yalnızlar İçin Ütühane. Apartman yöneticimizden izin aldıktan sonra kömürlüğü apartman görevlimiz Hüseyin Bey'le temizledik. Kollarımız koptu. Burası on iki daire için ayrılmış küçük odalardan oluşan genişce bir ortak alanla birleşen simsiyah tavanından halat avizeler sarkan bodrum katı. (...) İlk gün yalnızca ben ve Ajda Pekkan vardık. Bangır bangır söylüyordu Ajda: "Bir anlık heyecanla dokunma ve oynama gururumlaaaaaa..." Sonra müşteriler gelmeye başladı. Yalnızlar..Yapayalnızlar... Yan yana çekilmiş olan ütü masalarında çamaşırlara göre buhar verip kırışıklıkları dümdüz ediyor, sonra da kumaşına göre ütü sürüyorduk. Birbirimizin hayatına tehditsiz dalıyor, tam göbeğinden sorular soruyorduk: "Sen ne zaman anladın yalnız olduğunu?" "Burç yorumlarında artık onun burcunu okumadığımda." "Ya sen ne zaman anladın yalnız olduğunu?" "İki kişi yediğimiz yemeği tek başıma topladığımda." "Peki ne zaman anladın yalnız olduğunu?" "Çok yaşa dediğimde, sen de gör demediğinde." İşte Belgin'le böyle tanıştık. Ütühaneye aylık üye olmuştu. İlk gün bir leğen dolusu çamaşırla geldi. Eli nasıl çabuk anlatamam, tak tak bitirdi yarım saatte. İkinci gün çarşafları, üçüncü gün perdeleri aldı geldi. Upuzun siyah saçları ve sigara içmekten keçeleşmiş sesi vardı. Belgin konuştu mu hepiniz anlardınız. Karıştırmanız mümkün değil. Birkaç hafta Belgin'i hiç görmedim. Ütühanede tanıştıktan sonra markette filan denk geliyorduk ayaküstü sohbet ediyorduk. Yok. Ne çarşıda ne pazarda. Asla görmedim. Ütühane'ye de uğramayı bıraktı. İlk iki hafta sorgulamadım ama üçüncü haftaya girince meraklanmaya başladım. Neden mi? E bayram haftası! Bayrama iki gün kala Ütühane'nin on iki masası da doluyken geldi Belgin. Saçlarını kestirmiş, elinde küçük bir leğen... az bekledikten sonra boşalan masaya geçti. Ben de yanına. "Nasılsın Belgin?" "İyiyim, ya sen?" "Ben de iyiyim. Gömlek ütülemeyi bıraktın mı?" deyip güldüm. Normalde ütülediğinin çeyreği ladar sürmeyecek çamaşırları iki saat boyunca ütüledi durdu. Sigarası ağzında. Meğer boşanmışlar. Her kırışıklığın üstünde özenle buhar ve su sıka sıka dururken anlattı. On bir masa artı ben Belgin'in sigara kesiği sesini dinledik. Masal gibi değil ama, bir dert anayasası, bir azaptan kurtulma manifestosu, bir ömür geçiyor uyarısı dinler gibi dinledik. (...) "Eeeee," dedi Belgin, "sormak yok mu yalnız olduğunu ne zaman anladın diye?" "Yalnız olduğunu ne zaman anladın?" dedi 1 numara. "Bir teşekkürü bile almadığım gömlekleri ütülemek yerine kendi bluzumu ütülediğimde. Ve ben bunu çok sevdim." Aynı kırışıklığın üstünden yedinci kez buhar bastı.
Sinem Sal
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.