Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

724 syf.
10/10 puan verdi
·
16 günde okudu
BÜYÜK BİR ŞİİR: TUTUNAMAYANLAR*
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında bu kitap yazılırken henüz Olric yoktu. Henüz  her şey bugünkü gibi açık seçik ve bir bakıma da belirsiz değildi. Henüz ilk kitabı olmasına rağmen TRT roman ödülüne layık görülecek bu kitabın yazarı, bir mühendis bozuntusuydu. (?!) “Adam gibi” bir meslek edinmesi gerektiği için sanatla istediği ölçüde ilgilenememiş ve okuycularıyla çok geç buluşmuştu Oğuz Atay. (Ve çok erken ayrılmıştı) Kendi çapımda Oğuz Atay’dan  bahsettikten sonra Enis Batur’un yapmış olduğu tabiri paylaşmadan geçemeyeceğim. “Korkuyu beklerken tehlikeli oyunlara bile tutunamayan, gene de oyunlarla yaşayan, geleceği elinden alınmış beyaz mantolu adam.” Gördüğünüz gibi, kendi kitaplarını kullanarak Oğuz Atay’ı tanımlayabiliyoruz. Zaten birçok edebiyatçı Oğuz Atay’ın kitaplarını yarı-biyografik olarak nitelendirir. Kendi hayatını, kendi yaşamını, kendi sorgulamalarını yazmıştır Oğuz Atay. Ve elbette bu saydıklarımı etkileyen birtakım siyasi ve toplumsal etkenler mevcut. İncelememde bunlara değinmeye çalışacağım. Müsaadenizle siyasi faktörlerle başlıyorum. Kitap, 1970-71 yıllarında basılıyor. Tüm dünya henüz soğuk savaşın etkilerinden kurtulmamış vaziyette. Türkiye savaşa fiilen katılmamış olsa da savaş sonrası durumlardan ister istemez etkilendi. Zaten o dönem Türkiye’nin iki seçeneği vardı: Ya SSCB’yle anlaşmaya gidip boğaz kontrolünü kaybedecekti; ya da ABD’nin koruması altına girip ABD’nin şartlı verdiği ekonomik ve askeri yardımı kabul edip Batı ülkeleriyle bütünleşme yoluna gidecekti. Yani “Batılılaşacaktı”. Türkiye ikinci seçeneği seçmişti. Bundan sonraki durumları daha iyi anlatabilmek için bir makaleden konuyla alakalı bir alıntıyı paylaşacağım. "Cumhuriyeti kuran kadro zaten “çağdaş medeniyet seviyesine” bir an önce varmayı hedeflerken, bu hedefe varmanın yolunu Batılılaşmakta bulmuştu. Türkiye’nin batı uygarlığı içinde yer almasının bir sonucu olarak, biraz da mecbur kalarak, çok partili siyasi hayata geçmeyi, insan hakları evrensel beyannamesine göre hareket etmeyi ve hukukun üstünlüğüne riayet etmeyi kabule zorlanmıştır. Bunun sonucu olarak, Türkiye’de o güne kadar ülkeyi yöneten “monşerler” yerine “şalvarlı”, “şapkalı köylüler” yönetecekti" Kitabın içerisinde de ülkeyi “şalvarlı köylülerin yönetmesiyle alakalı göndermeler mevcut. Örneğin; “(…) Önce marşımızı söyleyelim. (Hep birlikte ‘hamsi koydum tavaya’ türküsü marş şeklinde söylenir.)” (s.233) Yönetimi ‘şalvarlı köylüler’ devraldıktan sonra milli marş olarak da bir türkü okutulması söz konusu. Ve kitapta defalarca benzeri göndermelerle karşılaşıyoruz. Aynı zamanda “Batılılaşmaya” çalışan toplumdaki insanlar tam anlamıyla “araya sıkışmış” durumda. Eskiye ait olan ve insanların terk edip etmemekte kararsız olduğu alışkanlıklar ve düşüncelerin yerine yenileri konmaya çalışılıyor.  Kitapta bu konuyu en iyi özetleyen alıntılardan biri şu: “Cranium fibula radius Sacrum patella carpus Nasıl ezberlenir Allahım Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?”  (s.126) Tarih ve siyaset (maalesef) asıl ilgi alanıma girmediği için bu konudaki düşüncemi daha fazla uzatamayacağım. Artık toplumsal faktörlere değinmeye başlayabiliriz. Oğuz Atay aslında çocukluk ve gençlik yıllarında da sanatla ilgileniyordu. Ve artık bir yazar olduğunda halihazırda bir küçük burjuvaydı da. Yani eğitim seviyesi yüksek, sabah  sekiz - akşam beş bir işi olan, evli, mutlu(?!), çocuklu, üç oda bir salon evine arkadaşlarını davet eden, para, aile, başarılar gibi tutamakları olan sıradan bir insan. Hayat bu muydu gerçekten? Bu konuya paralel, Aylak Adam’dan bir alıntı paylaşmak istiyorum. “Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenine bile. Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşüyle başlıyor. Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin, siz de görün. Üç perdelik dram. Birinci kısım: dağlar dümdüz. İkinci kısım: ne çok tepe! Üçüncü kısım: ova batak. Bu günlük bu kadar baylar. İyi geceler. Yarın gene bekleriz.” (Aylak Adam- s.95) Durum tam olarak bu. Böylesine sıradan hayalleri, sıradan yaşantıları olan insanlar bir şeyleri fark etmeye başladığında her şey çorap söküğü gibi takip eder birbirini. Hayattan uzaklaşmaya başlarsınız sonra. Uzaklaştıkça bakış açınız genişler ve daha çaresiz duruma düşersiniz. Manzaranın dehşetine kapıldığınız bir sıra tutamaklarınız ellerinizden kayıverir. Turgut Özben de böyle bir karakter. Selim’in mektubu onun için adeta bir kırılma noktasıdır. Olup biteni bu mektup sayesinde anlamlandırmaya başlar. “…senin ölmen gibi bir gerçek, beni sarsmamalı Selim.”   (s.31) Turgut’un da söylediği gibi, aslında birkaç gün üzülüp unutacağı bir durumdu Selim’in ölümü. Ama Selim’in, Selim gibi “farklı” birinin, “tutunamamış” birinin intiharı Turgut’un kafasında bazı taşların yerine oturmaya başlamasını sağladı. Yine kitabın içinde sıkça gönderme yapılan konulardan biri de toplumun insanlara, özellikle de küçük burjuvaya biçmiş olduğu roller. Şu alıntı üzerinden açıklamaya çalışacağım: “Küçük burjuvanın pazar ayini esas itibariyle üç kısma ayrılır, oğlum Selim: ‘Pazar gazetesi’- günlük olaylar, makaleler ve bilmece olmak üzere üç bölümdür- ‘Büyük kahvaltı’ ve ‘Akşamüstü Kime Gidelim’ sıkıntısı. Bu sınıf yasası her pazar, büyük bir özveriyle yerine getirilir.” (s.85) Bu kısım benim aklıma Aylak Adam’daki ‘pazarlık yaşam’, ‘çarşambalık yaşam’ mevzusunu getirdi. Ve elbette değişmeye başlayan Turgut’u da rahatsız etmeye  başlıyordu bu durum. Bu şekilde, adım adım başlayan değişim süreci, 'kabul-şüphe-inkâr' çizgisinde ilerler.** Bu şekilde ilerleyen bir süreç boyunca Turgut bir benlik savaşı verir. Ancak diğer herkesten bir farkımız olmazsa “öz benliğimize”  ulaşamayız. Anonimleşiriz. Bu anonimleşme durumundan rahatsız olan Turgut, en sonunda inkâr boyutuna kadar gelecektir. Bu noktaya geldiğinde ise daha çok belirginleşen bir Selim-Turgut ilişkisi gözlemliyoruz. Adeta bir mürid-mürşid ilişkisidir bu. Turgut, Selim öldükten sonra da olsa, Selim’in hayat görüşünü, ‘doktrinini’, ve oyunlarını emanet almıştır. Kitap boyunca Selim’in yerine geçmek için çabalar Turgut. ‘Selimleşmek’ için yani. İlk başlarda alışmış olduğu hayattan, tutamaklarından kopmak zor gelir. Ancak zamanla, içinde bulunduğu düzeni inkâr etmeye başla ve geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkar. Aslında bu fiziksel anlamda çıktığı tren yolculukları, Turgut’un iç yolculuklarının da bir simgesidir. Ve kitabın sonundaki ‘Turgut Özben’in Mektubu’ bölümünde artık Turgut’un tam anlamıyla ‘Selimleştiği’ direkt belirtilmiş olsa bile, Turgut’un kendini “Tutunamayanlar Ansiklopedisi”ne eklemesi durumu zaten izah ediyor. Kitapta sıkça vurgu yapılan “oyun” kavramına da biraz değineceğim. Aslına bakarsanız oyunlar, tutunamayanlar için birer ‘gerçekten kaçış’ ve kendini ifade etme aracıdır. Bunu da sanat yoluyla yaparlar. Tıpkı bir çocuğun kendini ifade etmek ve kendi dünyasını kurmak için oyun oynaması gibi. Bu bakımdan sanat ve oyun arasında güçlü bir bağ olduğu söylenebilir. Aynı zamanda kitapta Hz. İsa’ya sıkça göndermeler yapılmış. Bunun sebebi muhtemelen Hz. İsa’nın da bir tutunamayan olmasıdır. Çünkü o da etrafı tarafından dışlanmış, onların değer yargılarıyla çelişmiş ve kendi yolu için mücadele vermiş bir insandı. Berna Moran’ın tabiriyle “tutunamayanların arketipi” idi. Kitabı anlam bakımından değerlendirdikten sonra, şimdi de kitaptaki postmodernizm göstergelerinden ve anlatım biçiminden bahsetmeye çalışacağım. Öncelikle kitabın tam anlamıyla postmodernist olduğunu düşünmediğimi belirtmeliyim. Ben bu konuda Berna Moran’a katılıyorum. Tutunamayanlar, bir ayağı modernist, diğer ayağı ise postmodernist olan bir eserdir bana göre. Kitapta, postmodernist eserlerde görüldüğü üzere kitabın ‘kurgusal’ olduğunun altı çizilmiş. Bu, en baştaki ‘yayıncının açıklaması’ bölümünde oldukça belirgin. “…kitaptaki olayların bütünüyle hayal ürünü olduğunun ve kişilerin gerçekten yaşamadığının okuyucular tarafından kabulünü özenle rica ederiz.’  (s.21) Kitaba egemen olan anlatım tekniği ise ‘alıntılanan iç-konuşma’. Bu teknikte anlatıcı aradan çekilir ve okur karakterin düşünce ve iç monologlarıyla baş başa kalır.(Aynı zamanda bilinç akışı da bu yöntemin özel bir şeklidir.***) Tıpkı şu örnekte olduğu gibi: " Sizlere uğramadan edemedim. Şehri çok güzel ve de­ğişmiş buldum. Yeni taşındığımz evi bulmakta güçlük çekmedim. Oğlunuz çok büyümüş. İnşallah büyü­ yünce sen de Turgut amcan gibi mühendis olursun. Da­ha beter olsun. Nermin ne yapıyor? İyidir selam ve sevgileri var. İnşallah bir dahaki sefere onu da getiririm. Sen derslerine çalışıyor musun bakalım? Kaşlarını çattı. Amcalar bazen kaşlarını çatar; onlara güven ol­maz. Süheyla'yı hatırlayacaksınız; teyzemin gelini. Nermin'le birlikte geliriz bir dahaki sefere. Geliriz dedik ya, uzatmayın. Gitmiş kadar oldum." (218)  Son olarak Oğuz Atay serüvenime bu kitapla başlamam akıllıca olmasa bile pişman olmadığımı belirtmek isterim. Yararlandığım kaynakları incelemenin sonuna bırakıyorum. *Haydar Ergülen'in "Oğuz Atay için bir sempozyum" kitabındaki yazısının başlığı olan "Tutunamayanlar Büyük Bir Şiirdir"e atıfta bulundum. Böyle demesinin sebebi ise Tutunamayanlar'ın kalıcı olması ve bunu şiirlere özgü bir şey olmasıdır. **Selim'in Işığında Turgutun Özbenliğine Yolculuğu isimli makale, kaynakçada 2.sırada ***
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
(s.274) İncelemede yararlandığım kaynaklar 1) dergipark.org.tr/tr/download/art... 2) itobiad.com/tr/download/art... 3)sssjournal.com/DergiPdfDetay.a... 4)
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,6bin okunma
··
141 görüntüleme
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Alın size muhteşem bir okur daha. Hem de henüz 15 yaşında. Böyle şeyler görünce çok heyecanlanıyorum 1000kitap. Zeynep'i zaten YouTube kanalımın takipçisi olduğundan ötürü uzun zamandır tanıyorum fakat kendi 15 yaşımla böyle okurların 15 yaşındaki halini karşılaştırınca arada uçurum oluşuyor. Ben 15 yaşındayken Zeynep'in alttaki yorumda paylaştığı Berna Moran'ın B harfinin atomlarını bile bilmiyordum fakat yukarıdaki incelemeye baktığımda Türk edebiyatının en iyi eserlerinden birine yazılmış oldukça detaylı ve kendi yaşının üstünde bir inceleme görüyorum. Kendi aralarında gruplaşan okurlara prim vermenizdense böyle keşfedilmemiş okurların hakkını vermenizi daha çok isterim. Zeynep'i de keşfedin, ileride çok iyi bir okur olacak.
Zeynep Hilâl okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Oğuz abi. Eminim 15 yaşındaki Oğuz'a yol gösterecek bir "alıntılarla yaşıyorum" kanalı yoktu. Eksik olma🙏
Bu yorum görüntülenemiyor
L Büşra A. okurunun profil resmi
Kitabı uzun süre önce okudum bende, biraz hatırım bir şeyler kalmış, yeniden okumayı planlıyorum. Ama tabii külliyat şeklinde. Umarım bir an önce başlarım. Emeğinize sağlık. Harmanlanmış güzel inceleme okudum. Yalnız alltaki yorum olarak paylaştığınız kaynakları incelemenin içinde en sona kaynak adı altında yazmanız daha doğru olur bence. Hem kaynaklar ordan çabuk ulaşır okuyanlar için. :)
Zeynep Hilâl okurunun profil resmi
Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Düşünceleriniz ve tavsiye için ayrıca teşekkürler. Hemen düzeltiyorum! :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.