Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

164 syf.
9/10 puan verdi
·
17 saatte okudu
Kendimiz olabilmemiz en doğal hakkımızdır
Bu incelemeyi resmi tanımlamalarla doldurma amacında değilim ama yine de konuya ve bu kavramlara yabancı, uzak olabilecek insanlar için Wikipedia'dan alıntıladığım şu tanımı sizlerle paylaşıp incelemeye geçmek istiyorum: Transseksüellik nedir? "Transseksüellik, kişinin atanmış cinsiyetine ait hissetmeyerek farklı bir cinsiyet kimliğini benimsemesi durumudur." tr.m.wikipedia.org/wiki/Transseks%... Atanmış cinsiyetimiz doğum anında ya da çok daha öncesinde cinsel organlarımıza bakılarak karar verilen biyolojik tanımlamadır. Basitçe, vajinası olan biri için kadın, penisi olan biri için erkek deriz. Ama işin içinde bir de cinsiyet kimliği dediğimiz durum vardır, ki bu biyolojik göstergelerden çok insanın bilinçsel - algısal düzeyinde meydana gelen bir farkındalıktır. Bireyin kendi hakkında herhangi bir cinsiyete ait olduğunu veya olmadığını beyan etmesi cinsel kimliktir. Birçok insanın doğuştan getirdiği biyolojik, yani atanmış cinsiyeti ile cinsel kimliği yani kendi hakkındaki cinsiyet beyanı birbirine uyum gösterir. Fakat bazı bireyler vardır ki atanmış cinsiyetlerine uymayan bir cinsel kimlik tanımlamaları vardır. İşte tam da bu insanlara trans deriz. Toplumda çoğu insan transseksüellik durumunun sonradan seçilen, tercih edilen bir mesele olduğunu düşünür. Hatta bazı insanlar iyi niyetli olsa bile "cinsel kimlik veya yönelim hakkında 'tercihlere' saygılı olalım" diyerekten bir yanlışı devam ettirirler. Bazıları da bunu apaçık bir hastalık olarak görüp bu bireylerin "normal" hale döndürülmesini talep ederler. Ülkemiz maalesef son saydığım insan tipinden çokça barındırıyor. Gerek mühim çevrelerde gerekse de sokaktaki insan arasında bu anlayışta olan çok sayıda insan mevcut. Bunu din ile bağdaşlaştırmaya kalkandan tutun da, bunu "erkeklik" kavramına utanç getiren bir durum olduğunu düşünenlere dek. Toplumda da bu denli fazla anlayışsızlık ve saygısızlığa maruz kalanlardan biri de trans bireyler oluyor bu yüzden. Aslında uzun zamandır LGBTİ+ temalı araştırma - çalışma kitaplarını okuma planı yapıyordum ancak bir türlü fırsat olmadı. Bunun sebebi hem bu yayınlara ulaşma imkanının diğer eserlere nazaran biraz kısıtlı olması, hem de kimi derneklerin çıkardığı kitapların sayılı olarak basılması. Ancak yine de pdf formatında internet ortamında birçok LGBTİ+ konulu çalışma ve yayın var. Gelelim bu değerli çalışmaya. Çalışma gerek röportajlardan gerekse de çeşitli veritabanlarının yorumlanması ve gözler önüne serilmesinden meydana geliyor. Eserde büyük miktarda emeği geçmiş olan Kemal Ördek de bizzat translarla ilgili çok mühim çalışma yürüten Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği'nden biri. Aslında Türkiye'de gerek trans gerekse de genel olarak LGBTİ+ hakları bakımından birçok dernek, oluşum mevcut. Ancak bu sivil toplum kuruluşlarının yeri geliyor çok fazla önü kapatılıyor yeri geldiğinde de dernekleşmesine bile izin verilmeyebiliyor. Böyle olunca da toplumdaki LGBTİ+ bireylere ulaşmak daha da zor bir hal alabiliyor. Bu açıdan Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği'nin çalışmaları takdire şayan gerçekten de. Çalışma ilk olarak trans bireyler açısından eskiden-günümüz kıyaslaması yapılarak başlıyor. Eskiden ülke çapında bahsettiğimiz dernekler çok sınırlı olduğundan translar açısından durum oldukça kötü idi. Gerek haklarını öğrenememe durumu açısından gerekse de çeşitli resmi mecralardan bile transfobi görme konusunda. İnsanlar genelde bir dışlanmaya maruz kaldıklarında bunu istemsizce de olsa içselleştirmeye başlarlar. Bu, zulüm ve dışlanma gören her türlü insanda geçerlidir. Bu dışlanmanın kişi psikolojisinde normal hale gelmeye başladığı an kişinin dünyaya bakış açısı çok daha farklı, negatif ve pasif hale gelir. Örneğin insanların hakları olsa bile bunların ardından gitmek istememeleri örnek verilebilir bu duruma. Bilmiyorum, belki de insan psikolojisi ile ilgili bir durum bu, kişi dışlanmaya maruz kala kala kendi bilincinde bu dışlanmayı ağır psikolojik çöküşler yaşamamak için istemsizce de olsa doğal hale getiriyor. Hatta bu duruma bir başka örnek kocası tarafından yıllarca ezilen, haksızlığa uğrayan kadınları da örnek verebiliriz. O haksızlığa o kadar uzun süre maruz kalıyor ki onu normalleştirip, aslında olmaması gerek bir şey iken artık katlanılması gereken bir durum olarak görmeye başlıyor . Bunun bizzat canlı örneklerini kendi ailemde de eskiden beri sıkça gördüğümden bu denli emin olabiliyorum bu konuda. Hakikaten de insan bilinçlendikçe bu kabullenmeleri ve içselleştirmeleri içeren kabukların içinden de çıkabilir hale geliyor. İşte aynı şekilde trans bireylerin de bu şekilde oluşturdukları kendi kabuklarının içinden çıkabilmeleri için bilinçlendirme sağlayacak olan dernek ve oluşumlar eskiden oldukça sınırlı sayıda idi. Bu yüzden de trans bireyler haklarını arayamıyor, boyun eğmeyi ister istemez tercih ediyorlardı. Ama günümüzde dernek ve oluşumların sayısı artış gösterdikçe bu durum transların haklarını öğrenme ve bilinçlenme imkanını doğurdu. Bu sayede de translar önceye nazaran daha bilinçliler, nefret suçlarında haklarını cesur bir şekilde arayabiliyorlar. Çalışmada seks işçiliği konusuna sıkça değinilmiş. Bu gerçekten de oldukça mühim bir mesele. Çünkü bazı çevrelerde LGBTİ+ hakları sonuna kadar savunulurken seks işçiliği konusu göz ardı edilebiliyordu. Halbuki bu da diğer konular gibi yok sayılmaması gereken bir konu. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Ben şahsen bir trans kadın ve kimi LGBTİ+ oluşumlarının içinde bulunmaya çalışan biri olarak hiçbir trans kadının kendi keyfi, isteği ya da toplumun genel olarak iddia ettiği gibi "durdurulamaz cinsel güdülerinden" dolayı seks işçisi olduğuna veya olabileceğine inanmıyorum. Toplumda sanıldığı gibi seks işçiliği bir "sapıklık", "sarkıntılık" göstergesi değil tam aksine ekonomik ve mesleki imkansızlıklar dahilinde trans kadınları ittikleri bir çukurdur. Bu tabiri kullanarak seks işçiliğini öcü olarak gösterme niyetinde de değilim. Demek istediğim şey toplum hem trans kadınlara ekonomik ve mesleki imkanlar vermemek konusunda bu denli kararlı iken dolayısıyla onlar seks işçisi olmaktan başka bir çare bırakmamaları ve yine aynı hastalıklı toplumun yine aynı trans kadınları "sapkın", "seks manyağı" gibi tabirlerle toplumdan zaten halihazırda itmelerinin yanında onları bir kez daha dışlamalarıdır. Toplumun kolektif bilinci bu tür konularda öyle unutkandır ki, kendisinin yaptığı bu şeyi görmemeyi tercih edip rahatlıkla seks işçisi trans kadınlara çeşitli yaftalamalarda bulunabilir. Toplumun bu konulardaki aslında en başından beri kendisinden kaynaklanan bu ön yargısı toplumun her kesimine rahatlıkla yayılır. Hatta resmi mecralara bile. Hatta ve hatta insanların güvenliğinden sorumlu polislere kadar. Çoğu seks işçisi olmak zorunda kalan trans kadın tam da bu yüzden haksızlığa, darpa, tacize vb. uğradığında adalet ararken rahatlıkla suçlu konumuna itilirler. Çünkü onlar sözümona toplumun ahlakını bozup, insanlar arasındaki huzuru alt üst ediyorlardır. Bu yüzden de hiçbir mantıklı sebebi yokken para cezasına çarptırılan seks işçisi trans kadınların yine bu haksız borcu ödemek için seks işçiliği yapmaktan başka bir çaresi yoktur. İşte toplum tam da bu şekilde bir kısır döngü ile seks işçisi trans kadınları bünyesinden zaten en başta atmışken bir yandan da onları gerçek anlamda tüketmeye de çalışır. Polislerin darp ve umursamamazlıklarına maruz kalan onlarca trans kadın anlatılıyor çalışmada. Durum içler acısı... Transların resmi kimlik elde ederken maruz kaldıkları zorunlu şartlar da çalışmanın ışık tuttuğu bir başka konu. Trans kadın ve trans erkekler cinsel kimliklerini 'resmi' olarak kabul ettirebilmek için birtakım zorunluluklara maruz bırakılıyorlar. Bu zorunluluklara birkaç örnek verelim: Kişinin sürekli üreme yeteneğinden yoksun olması, bireyin cinsiyet 'değişikliğinin' ruh sağlığı açısından zorunlu olması, 18 yaşını doldurmuş olması gibi maddeler. Devlete göre bu "cinsiyet değiştirme" talebi için gerekenler bunun gibi katı kuralları içerir. Buna ek olarak yalnızca büyük şehirlerde bulunan cinsiyet disrofisi (yani kişinin atanmış cinsiyetine karşı duyduğu huzursuzluk, aitsizlik) üzerine yetkili psikiyatrlar da transları kısıtlayan bir başka etmen. Zaten en baştan ekonomik imkansızlıklara sürülen translar bir de 'resmi' olarak tanınmak adına bu büyük şehirlerdeki sözde uzman doktorlara başvurmak zorunda ve kendilerini onlara kanıtlamak zorundadırlar. Gelin bu kanıtlama sorununa biraz daha eğilelim. Şahsen bu kanıtlama sürecini bir nebze de olsa tecrübe etmiş bir trans birey olarak söyleyebilirim ki doktorların bir trans bireyden istediği ilk ve tek şey doktorun kendi kafasında oluşturduğu 'ideal' olarak gördüğü modele uygunluk gösterip göstermemesidir. Bu 'ideal' tanımlama beş-on yıl öncesinde, hatta şimdi bile toplumsal cinsiyet sınırlarına takılmış ve kalıplardan oluşan niteliklere dayanıyor. Örneğin kendisine gelen bir trans kadını, "madem kadınsın neden etek giyerek gelmedin?" diye tersleyen doktorlardan tutun da trans olmayı ille de heteroseksist bir düzen içerisine oturtmaya çalışan kimi sözümona uzmanlara dek birçok yanlış kalıplaştırma halen daha sürüp gitmekte. Bu bağlamda transseksüelliği atanmış cinsiyetinden olmayan cinsiyete atfedilen kıyafetlere bağlayan çok sayıda sözde uzman doktor mevcut. Hatta çoğu doktor sırf bu yüzden de cinsel kimlik ve yönelim ayrımını dahi bilmiyor. Başka bir deyişle trans bir birey heteroseksüel de olabilir, biseksüel de, homoseksüel de. Ancak doktorlarda (elbette ki toplumda da) hakim olan anlayış mesela bir trans kadının ille de erkeklere ilgi duyması gerektiğidir. Şahsen bir trans kadın ve lezbiyen olarak insanlardan duyduğum en sık tepkilerden biri "ee madem kadınlara ilgi duyuyorsun neden 'cinsiyet değiştiriyorsun'?" benzeri tepkiler oluyor. Ben de aynı şekilde onlara şu cevabı veriyorum; "kadınlara ilgi duymak ille de erkeklere mi mahsus?". Bahsettiğim gibi kendi doktor deneyimlerimde sıkça yapmak zorunda hissettiğim durum sırf bu algı yüzünden, gittiğim doktora karşı, sanki erkeklere ilgi duyuyormuşum gibi kendimi göstermeye çalışmaktı. Olmadığım birini oynamak zorundaydım yani. Aksi takdirde doktorlar rahatlıkla sizin "kendinizden emin olmadığınızı" iddia edip sizin cinsel kimliğinizi kabul etmiyorlar. Bu açıdan translar sırf kendini 'resmi' olarak kabul ettirmek için bahsettiğimiz kimi zorunlu dayatmalar yanında bu gibi kalıplara da sıkça maruz kalıyor. Trans bir birey zaten hayatı boyunca bu kalıplara mücadele etmek zorunda olduğundan bu durumda bile kalıplarla karşılaşmak feci derecede derin travmalara sebebiyet verebiliyor. Başka kimi ülkelerde 'resmi' cinsiyet meselesi insanın yalnızca beyanına bakıyorken ülkemizde bu hakka kavuşmak için bütün bu engel olarak rahatlıkla nitelendirilebilecek etmenlerin trans bireylerin önüne koyulması özellikle onları bu "kararlarından" caydırmaya yönelik gibi görünüyor. Çünkü ülkemizdeki çoğu insan maalesef, bahsettiğimiz gibi bu ve benzeri durumları halen daha sonradan karar verilen şeyler sanıyorlar. Heteroseksüel olan insanların heteroseksüel olarak doğmayı seçmemiş oldukları gibi LGBTİ+ bireyler de cinsel kimlik ve yönelimlerini seçmiyor. Çok kritik bir nokta da resmi kurumlara bağlı bütün birimlerin cinsel yönelim - kimlik hakkında eğitilmeleri gerektiği. Sırf bu eksiklik yüzünden birçok sıkıntı yaşayan trans bireylere rastlıyoruz. Bu gibi eğitimlerin insanlara verilmemesi daha en baştan toplumdaki heteroseksist düzenin kendi dışındaki tüm olguları görmezden gelmeye çalışmasından başka bir şey değil aslında. Cinsel kimlik ve yönelimleri görmezden gelerek onları yokmuş, ya da olmaması gerekenmiş gibi görmek son derece mantıksız bir anlayış. Bu, kimlikte yazan ismi ya da cinsiyeti farklı diye bir trans birey hakkında mühim, gerekli resmi işlemlerin yapılamamasından ya da o mühim işlerden sorumlu insanların bunları yapmayı reddetmesinden tutun da, atanmış cinsiyeti erkek veya kadın olan insanların birtakım resmi veya toplumsal zorunluluklara maruz bırakılmasına dek hepsi de heteroseksiszmin dışında kalan her şeyi yok etme isteğinden kaynaklanmaktadır. Sırf bu bahsettiğimiz üstünü kapatma politikası yüzünden cinsiyet kimliği zihinsel bir hastalık olarak nitelendirilir hale geliyor. Dolayısıyla bu anlayış yüzünden de herhangi bir LGBTİ+ bireyini bu anlayışa sahip kimi doktorlar ya da resmi kurumlar son derece mantıksız "tedavi" yöntemlerine maruz bırakıyor. Mesela bir gey erkek ailesi tarafından kabul edilmiyor ve sözde uzman bir psikiyatriye götürülüyor. "Tedavi" ettirme amacıyla. Uzmanlaşmış ve en şaşalı üniversiteleri bitirmiş psikiyatrimiz bu birey hakkında ne gibi bir karar veriyor dersiniz? Bu durumun onun düzensiz hormonlarından kaynaklandığını iddia ediyor! Bunun sonucunda gey olan birey hormon testine tabi tutuluyor ve hormon seviyeleri gayet de normal çıkıyor. Ama uzman doktorumuz bu sonuçların normalliğine tüm o uzmanlığı dahilinde tahammül edemeyip o bireye düzelmesi için erkeklik hormonu yani testesteron takviyesi vermeyi doğru buluyor. Çünkü onun uzman mantığına göre bu gibi "cinsel bozukluklar" insanın hormonlarının dengesizleşmesi ile oluşur ve mesela gey olan bir erkeğe daha fazla erkeklik hormonu vermek suretiyle o erkek, "adam gibi adam" olur ve "normale" döner. Daha sonra bu birey vücudundaki aşırı testesteron seviyesinden hiç umulmadık hastalıklara yakalanıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 90'lı yıllardan sonra transseksüelliği, çok daha öncelerden de eşcinselliği hastalık kategorisinden kaldırdı. Hatta kimi global sağlık kuruluşlarının trans bireylere bedenen adapte olmaları konusunda özel olarak hizmet veren ayrı bölümleri dahi var. Adapte olmak demişken şu konuyu da açıklığa kavuşturalım; kavramsal olarak zaten üstte tek tırnakla 'cinsiyet değiştirmek' olarak adlandırılan bir durum söz konusu değildir. Olan şey kişinin varolan cinsiyetini değiştirmesi değildir çünkü. Bireye dair asıl cinsiyet tanımı onun kendi hakkındaki beyanı, kendini ne olarak hissedip hissetmediği olarak kabul edildiğinden bu süreç bir "cinsiyet değiştirme" olarak tanımlanamaz. Olan şey kişinin kendini ait hissettiği cinsiyete dair bir biyolojik uyumdur. Bu yüzden de trans bireylerin biyolojik değişim için, ülkemizdeki "uzman" doktorlara başvurmaktan başka çarelerinin olmadığı ama yurt dışında insanların harikulade şekilde yardımcı olan doktorlara başvurdukları süreç daha önceden isimlendirildiği gibi "cinsiyet değiştirme süreci" değil, "cinsiyet uyum süreci" olmuştur. Çünkü bahsettiğimiz gibi biyolojik bir değişme cinsiyet değişmesine işaret etmez. Kişi kendinin farkında bile değilse, farkına varacağı gün zaten kendisinin en başından beri beyan ettiği cinsiyette olduğunu fark edecektir. Yanlış yönlendirmelere aslında birçok örnek verilebilir. Ama belki de daha mühim bir mesele bireyin cinsel kimlik ve yönelim hakkında daha erken yaşlarda eğitim alması ya da ebeveynlerinin bu konu hakkında bilgi vermesidir. Çünkü heteroseksist ataerkil bir ortamda büyüyen çocuk tek olası şeyin heteroseksüelizm olduğunu gördükçe bunun gerçekten de olması gereken şey olduğuna kanaat getirir. Böylelikle de kimlik-yönelim bilgilerinden bihaber olarak büyüdüğünden belki de yetişkinliğinin sonlarına dek böyle bir zihniyetle büyür. Ama sonra bir anda biriyle ya da bilgisel aktarıma imkan verecek yazılarla karşılaşır ve tüm dünyası değişir. Çünkü o kişi bilgisizliği yüzünden asıl olduğu kişiyi fark edememiş ve hayatını heteroseksist bir yaşam biçimine göre düzenlemiş hatta heteroseksüel bir evlilik yapıp çocukları bile olmuştur. Bu açıdan baktığımızda insanların bu bilgilere erişip özenmesi de söz konusu değildir, olan şey bireyin kendisini artan bilgi birikimi dahilinde keşfetmesidir. Bu gibi birkaç insanla konuşma şansı elde etmiştim. İnsanın kendi cinsel kimliğini ve yönelimini keşfetmesi konusunda içgüdüler kadar bilgisel birikimin de etkili olduğunu düşünür oldum bu konuşmalardan sonra. Konuştuğum kişi 40'lı yaşlarının sonunda kendisinin aslında transseksüel cinsel kimliğine sahip olduğunu fark ediyor. Ama o zamana dek heteroseksüelizme dayalı bir hayat kurmuş ve artık o noktadan sonra her şeyi bırakıp gitmesi çok zorlaşıyor. Bunun yanında kişinin belli bir yaştan sonra bedensel uyumu da daha da zorluk çıkarabiliyor. Sırf bu yüzden kimi gelişmiş ülkelerde bilinçli olan ebeveynler çocuklarının trans olduğunu fark ettiklerinde erkenden işlemlere ve sürece başlıyorlar. Böylelikle biyolojik uyum da çok daha sağlıklı oluyor. Bu açıdan devlet nazarında bu "değişim" için 18 yaşını beklemek bile gereksizleşiyor. Çünkü bir birey 18 yaşından çok daha önce, hatta çok küçük yaşlarda bile trans kimliğini fark edebiliyor. Elbette ki bilinçli ebeveynler dahilinde. Çalışmada medyada translar hakkında kullanılan dil de eleştiriliyor. Hakikaten de her türlü medya yoluyla trans bireylere, özellikle de seks işçiliğine itilmiş trans bireylere halkın nefretle yaklaşmasını amaçlıyorlar. Bir trans kadın sanki dehşet-saçar hale getiriliyor. Ya da her defasında öncesinde asıl darp ve taciz edilen kendisi iken, çantası ile kendisini korumaya çalışan trans kadın imgesi toplumun zihnine kazınır hale geliyor. Bundan bir süre önce yine seks işçileri hakkında bir kitapta şöyle hazin bir tablo ile karşılaşmıştım: Bahsettiğimiz gibi seks işçiliğine itilen trans bireyler bu halde bile ekonomik imkansızlığın sınırında hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar, bu uğurda da müşterileri tarafından da öldürülme riski ile her daim karşı karşıya kalıyorlar. Akşam haberlerine "dehşet saçan travesti" haberini planlayan bir haberci bir seks işçisi trans kadına şunu teklif ediyor: "Eğer kamera karşısında dehşet saçıyormuş gibi hareketler yaparsan sana şu kadar para veririm" diyor, ekonomik açıdan sınırlarda yaşayan trans kadın da başka bir çaresi olmadığından, hatta o akşam evinde yiyecek yemeği olmadığı için istemese de bunu kabul etmek zorunda kalıyor. Sonra ne oluyor dersiniz? Akşam haberleri... Bugün Ankara'da bir travesti daha dehşet saçtı ve polis ekiplerine saldırdı, haberimizi izleyelim... Bunun dışında kimi yazılı medya kaynaklarında da seks işçisi trans kadınlar cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarla, kamu düzenini bozucu durumlarla vb. ilişkilendirilirler. Böylelikle kamuoyunda translara karşı bir korku yaratılmış olunur. Hatta bazıları bunu doğal afetlerin bile bir nedeni olduğunu iddia edecek kadar ileri de gider. Ama trans bir birey için bu dışlanma bu kadarla da kalmaz. Trans bir birey çevresinden de daima olumsuz tepkiler alır. Bu olumsuz tepkiler sonucunda öğrenilmiş ve içselleştirilmiş bir çaresizlik içerisinde bulur kendini. Örneğin kendi cinsel kimliğini keşfeden bir trans daima "ileride ne iş yapacaksın, bu halde nasıl işe gireceksin, nerede çalışacaksın, kamuda çalışma imkanın yok ki" gibisinden tepkilerle karşılaşır. Böylelikle bu tepkilerle kendi içinde yine bahsettiğimiz gibi bir olumsuzlaştırmaya kapılır ve kendinin daha en başından şansı olmadığını düşünmeye başlar. Bu bağlamda da kimi şeyler için uğraşmak anlamsız hale gelir onun için, önünü her daim kapalı hisseder. Ancak bahsetmekte yarar var ki gerek resmi yerlerde çalışan gerekse de önemli mevkilere gelen trans bireyler ülkemizde de elbette ki var. Bu açıdan baktığımızda trans bireylere olumsuzlukları yüzüne vurarak değil onlara alternatif yollar sunarak yaklaşmak her zaman en doğrusu. Hatta bazı trans kadınlar sırf bu yüzden, "madem ileride hiçbir şekilde meslek icra edemeyeceğim" diyerekten seks işçiliğine bile yönelebiliyor. Çalışmada bunların yanı sıra mülteci LGBTİ+ bireylerin yaşadığı zorluk ve sıkıntılara da hakkı verilerek değinilmiş. Mülteci trans bireyler hem dil bilmediklerinden hem de cinsel kimliklerinden dolayı aşırı derecede ayrımcılığa maruz bırakılıyor. Cinsiyet uyum süreçlerine devam edemez hale geliyorlar ya da edebilmek için açgözlü işverenlerin normalde olması gerekenden daha az verilen maaşlarına umut bağlamak zorunda bırakılıyorlar. Bunların yanı sıra "trans" kavramını kullanma şeklinin aklımızda canlandırdığı imge de çok önemli. Çoğu insan trans kadın veya trans erkek dendiğinde sanki onları cis-kadınlara ve cis-erkeklere (atanmış cinsiyeti kadın-erkek olan) nazaran 'daha az kadın' veya 'daha az erkek' gibi kabul ediyorlar. Bir kere her şeyden önce kadınlık ve erkeklik dediğimiz şey sosyal inşadan başka bir şey değil midir? Buna ek olarak 'daha çok kadın' olanı veya 'daha çok erkek' olanı neye göre ayırt etmeliyiz? Bu açıdan bakınca trans kadınları veya trans erkekleri sanki daha az kadınmış, daha az erkekmiş gibi görmek de bir transfobi haline geliyor. Görüntü açısından kadınlar veya erkekler için belirtilen normlara uymuyor diye bir trans kadını veya erkeği daha az kadın veya erkek olarak görmek ve böyle damgalamak bu açıdan da saygısız bir davranış haline geliyor. Hangi normlar ve hangi sebeple? Bu açıdan da "trans kadın" veya "trans erkek" kavramlarını kullanırken algımız o yönde ise, normlara dayanmış ilkelerle oluşturulan bu gibi anlayışları değiştirip doğru şekilde bakabilmek de gerekiyor. Hatta kimi ileri görüşlü oluşumlar trans kadın ve erkeklerin kendi cinsiyet tanımlarının önüne "trans" ön ekini getirmeyi bile gereksiz buluyor, ki ben de buna sonuna kadar katılıyorum. Yalnızca incelemede bazı şeyleri daha iyi ifade edebilmek için bu ön eki sıkça kullandım. Buna ek olarak sırf bu yüzden de kimi radikal feminist gruplar trans kadınları dışlar hale bile gelebiliyor. Sözde dayanakları ise trans kadınların "erkeklik deneyimleri"nin olması. Yani bir kadın kendine ait olmayan, kıyafet gibi çıkarıp atamadığı bir bedende doğuyor diye ille de patriarkal düzenin buyurduğu erkeklik tipine mi bürünmelidir? Bu hem trans kadınlara yapılan bir aşağılama hem de bu insanların dizginleyemediği transfobisinin bir göstergesi. İnsanların cinsel kimliklerini bile bilmeden, kendi kabul edip insanlara kendilerince yakıştırdıkları cinsel kimliklere göre onların anlayışlarını yargılamak da zaten başlı başına bir hata. Benim açımdan önemli olan bu eser hakkındaki incelemeyi sona erdirmeden önce söylemek istediğim son bir şey daha var: İnsanların kendi olabilmesi ne bir suç, ne bir günah, ne de bir hastalıktır. Bir insanın kendi olabilmesi en doğal hakkıdır.
Türkiye'de Trans Olmak: Dışlanma, Ayrımcılık ve Şiddet
Türkiye'de Trans Olmak: Dışlanma, Ayrımcılık ve ŞiddetKemal Ördek · Kırmızı Şemsiye Yayınları · 20166 okunma
··
769 görüntüleme
Adem okurunun profil resmi
Saygı göstermek ne haddimize, herkes kendi işine bakmalı. Fakat bu konuda yanlış bilinen birkaç noktaya kendi fikrimi eklemek istiyorum izninizle. 1. Homoseksüellik kalıtsal ve genetik bir özellik değildir. Çünkü kendi cinsine yönelimi olan bireyler üreyemezdi ve doğal seçilim tarafından desteklenmezdi. Bu demek oluyor ki Cinsel Kimliğimizi belirleyen süreç oral-ergenlik döneminde maruz kaldığımız birtakım yaşamsal süreçlerdir. Bu sürecin büyük bir kısmını bireyin uzak geçmişi oluşturduğundan çoğu zaman bilinçaltı ile ilgilidir. 2. Homoseksüellik çoğu zaman onarılamasa da bu her zaman böyle değildir. Amerikan Psikolog Dr. Joseph Nicolosi'nin bu konuda yıllar süren araştırmaları var. Homoseksüellik özgürlük mücadelesi verdiğinden kendini topluma kabul ettirmesi daha önemli bir yer kaplıyor haklısınız fakat çocuk sahibi olmak isteyen, anne-baba-çocuk ilişkisinin sorunsuz olduğu bir yuva özlemi duyan eşcinseller yok mu sizce? Bu konuyu destekleyici yönde argüman üretmek isterken bir taraftan da başkalarının umudunu kırmıyor muyuz? Üstelik " ben homoseksüel değilmişim, homoseksüellik problemi olan heteroseksüel bir erkekmişim ." diyen insanların varlığını bile bile. Ben bu konudaki düşüncelerimi ifade ettiğimde insanlar beni LGBT karşıtı sanıyor. Ama gerçekten öyle değilim.. İnsanlar bebeklere nasıl yaklaşması gerektiğini bilmiyor, çocuk yetiştirirken köklü araştırmalar yapmıyor bu argümanlar yüzünden. Yanlışlığı gün gibi ortada olmasına rağmen LGBT'nin değiştirilmez yazgı olduğu sanısı entel kesimin (neredeyse) tümü tarafından kabul görmüş durumda. Cinsel yönelim viladi değildir.
Nympheutria okurunun profil resmi
https://1000kitap.com/Tutunamayanlara_tutunmak görüşlerinize saygı duyuyorum. Ancak; homoseksüellik ya da benzer yönelimlerin genetik olup olmaması konusuna şahsen tıbbi açıdan akademik düzeyde hakim biri değilim fakat zannedersem söylediğiniz teoriler Freud'a ait, yanlışsam düzeltin. Ama bunlar yine de birer teori, yanlıştır veya doğrudur diyemeyiz; ki bilim dünyası da bu şekilde düşünüyor. Size katılmadığım nokta burası, bilim dünyasının kendisi bu konu üzerine bir kesin yargıya gidememişken (iddanız doğrudur ya da yanlıştır demiyorum) kesin iddialarda bulunmak bana kalırsa durumla ilgili somut bir kanıt barındırmıyor. İlgilidir veya ilgili değildir demek kesinlik belirttiğinden dolayı bu kadar emin olamayız belki de? Zaten insanların bunda seçim şansının bulunmaması doğuştan da gelse, ya da iddia ettiğiniz gibi sonradan erken çocukluk döneminde dahi edinilse değişmiyor. Önemli olan asıl mesele aslında bu; böyle insanlar var, belki biyolojik olarak doğuştan, belki erken çocukluk dönemlerinden itibaren böyleler bu konu zaten tüm bilim dünyasında tartışmalı ama ortada yine de bu gibi bir yönelim söz konusu ve "onarılabilecek" bir problem de değil en baştan zaten. Çünkü sonuçta ailenin yetiştirme şeklinin ya da çocukluğun erken tecrübelerinin cinsel yönelimi etkilediğine dair kuvvetli bir kanıt da yok bilim dünyasında. Dediğim gibi yine ortak uzlaşılan bir görüş de yok bu konu ile ilgili, bazıları doğuştan diyip kimi örnekler de gösteriyor bazıları sonradan diyip de bazı örnekler gösteriyor. Ama her halükarda da kişinin elinde olan bir tercih seçim şansı değil bu, dikkatinizi çekmeye çalıştığım konu bu. Çocuk sahibi olmak isteyen ve de olan homoseksüel - biseksüel çiftler elbette ki var ama genelde yurt dışında. Bunlar gerek biyolojik olarak gerekse de evlatlık edinme yoluyla gerçekleşiyor. Araştırmalar heteroseksüel ebeveynlerinkine nazaran o çiftlerin çocuğunun da sosyopsikolojik gelişimi açısından hiç de geri kalmadığını gösterir nitelikte. Homoseksüelliğe dair "onarılma" kavramını kullanırken ne demeye çalıştınız emin değilim ama bu ve benzer yönelimler "onarılabilecek" şeyler değildir, çünkü ortada onarılmayı gerektirecek bir şey yoktur en baştan. Bir problem değildir ki yani bu onarılsın. Eğer iddianız doğruysa bile bu sonradan onarılması gereken bir şey olduğunu gene de haklı çıkarmaz, çünkü erken çocukluk döneminde dediğinizin dışında insan kişiliği vb. birçok olgu da yerleşiyor bunları nasıl sonradan değiştirmeye çalışmak anlamsızsa, iddianız geçerli ise bile bunu "onarmaya" çalışmak boş bir çaba olacaktır. "Homoseksüellik problemi olan biriymişim" cümlenizde de ne demek istediğinizi tam olarak anlayamadım, ama zannedersem kendi cinsel yönelimini homoseksüel olarak gören birinin, heteroseksist dayatmalara maruz kalması sonucu ortaya çıkan bir cümleye benziyor bu, bu cümlenin kaynağını gösterebilir misiniz, kim diyor neden diyor? Ayrıca şu linklere de göz atmanızı öneririm: apa.org/topics/lgbt/ori... ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PM... Bunları yollamamdaki amaç iddianızı çürütmek ya da desteklemek değil. Sadece yapılan genellemelerin yanlış olabilirliği ve ortak bir fikirde buluşulamamasının sebepleri yazıyor bu sitelerde. Amacım sizin belirttiğiniz bazı ifadelerin kesin olmayabilirliğini bu siteler aracılığıyla size aktarabilmek. Evet sizin düşünceniz bu yönde ama benimki de doğuştan geldiği yönünde, düşüncenize düşünce olması bakımından saygı duyuyorum ancak bu gibi görüşlerden olabilirlik dilinde bahsetmek şu halükarda daha doğru zannımca. Ben de şahsen doğuştandır gibisinden kült bir yargıda bulunmuyorum, benim görüşüme göre doğuştan 'olabilir' diye düşünüyorum.
zey okurunun profil resmi
LGBTİ+ yı desteklemediğimden değil fakat şu çok dikkatimi çekiyor: Bir kişi LGBTİ+ yı desteklemeyenlere küfürler yağdırıp desteklediğini söylediğinde bu "özgür düşünce" oluyor fakat düzgün bir dille, argo kullanmadan desteklemediğini ve nedenlerini belirtince "özgür düşünce" olmuyor. Bunu da neden buraya yazdım bilmiyorum fakat çok ilginç bir ülkeyiz.
Bu yorum görüntülenemiyor
lina lamont okurunun profil resmi
Bu harika incelemeye, şu harika filmi iliştirmeden edemeyeceğim: instagram.com/p/B_Zvg-tg-pP/?...
Adem okurunun profil resmi
Aa aaa ! Yobaz hristiyansa o zaman kesin yanılıyor. Hocam okumuş insanların bu tarz yaklaşımları beni gerçekten üzüyor. Yahu bir al, oku.. sonra karşısına farklı hipotezler koy.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.