Gönderi

Ben başka bir hayalin peşindeydim. Başka bir ölümün ya da ölümlerin izinde. İçimdeki yaraları sarmak için. Gördüklerinizden sonra tanıdığınıza pişman olur musunuz, bilmem artık. O zaman da, sıradan bir deliydi, üstelik acısını fazla önemsiyordu, der geçersiniz. Kırılmam, hiç çekinmeyin. Ben gülümsemeyi öğrendim çünkü, sahiden gülümsemeyi. Giderayak, değerini her zaman sürdürecek bir duyguyu paylaştık. Ölüme karar verirken hayatlarımızı ve birbirimizi kazanıyorduk. Size tuhaf gelecek ama, tam da bu anlarda gerçek bir beraberlik yaşamıştık. "Her hikâyenin bir vakti var" Yemeklerle kaderler arasında bir bağ kurulabilir miydi? Birileri bizi gerçekten bir yerlerde alıkoymuş... Farkında değildik sadece, hepsi bu. Ama hayat da bazen farkına varılmadan yaşananlarla anlam kazanmıyor muydu? Çoğu, bedenlerini fazlasıyla salmış, okul sıralarında uzun yıllar dirsek çürütmektense evde yemek ve dedikodu yapmayı öğrenerek kendilerini büyük sıradışılıkların hayat bulamayacağı evliliklere hazırlamayı tercih etmiş, haliyle de farkına bile varamadıkları çok daha derin bir çürümenin içine hapsolmuş orta yaşlı kadınlardı. Genç bedenlere de diktiği olmuştu ama onlar da bağrında oldukları ya da içine düştükleri değerlerin baskısıyla, annelerinin, teyzelerinin bazen de büyükannelerinin kendilerine gösterdiği geleceğin sığ sularındaki doğruların dışında başka doğruları aramaz görünürlerdi genellikle. Ablasının onun hakkında sık sık "şarlatanın teki" demesi umurunda değildi. Hem zaten kim iyi ya da kötü, az ya da çok, kendine göre şarlatan sayılmazdı ki... Herkes hayata tutunmak için, farklı yalanlara ve palavralara sığınmıyor muydu? "Ah Lea ah!.. Bir de sen ne şarlatanlıklar yaptığını bir bilsen, kabul edebilsen" dedi o anda içinden. Başkalarına böyle kolaylıkla şarlatan özelliğini yüklemesi, kendisiyle ilgili bir şüpheden de kaynaklanmıyor muydu? Yemekler önemliydi, şüphesiz önemliydi. Tatları da önemliydi, kokuları da. Ama hatırlattıkları daha önemliydi. Çağrıştırdıkları, tarihleri, bu tarihlere gizledikleri de. Gizlenenlerin uyandırdığı duygular da... Hayat onları nasıl da birbirlerinden bu kadar ayırabilmiş, uzağa düşürebilmişti? Bazı soruları sormaktan vazgeçebilmeliydi insan. Güç toplayabilmek için, başka, daha kolay sorularda soluklanabilmek için. Yemeğin kokusunu içine çekti. Hatırası olunca, basit bir yemek bile anlam taşırdı. Ona hem kızgın, hem de kırgındı. Kendisini korunmasız bıraktığı için... Haksızlık yaptığının farkındaydı tabii. Asıl haksızlığa hastalığı baş döndürücü bir hızla bedenine yayılanın uğradığını da... Ama elinde değildi. O da bu duyguyu bir türlü atamamıştı içinden. O da isyanını ancak böyle taşıyabilirdi. Bu ağır yükten er ya da geç kurtulacaktı tabii. Başka kayıplara da uğradıkça... Hayaller... Bu hayaller başkalarının doğruları yüzünden bu kadar kolay mı yıkılacaktı? Nasıl bir zamandı bu, nasıl bir yanlış, nasıl bir haksızlık, nasıl bir adaletsizlik?.. Hayallerimiz, hırslarımız, bize bazen geçici körlükler yaşatabilirdi. Ne yapabilirdi? İnsan istediği adımları atmasını engelleyecek kaygılar ve umutlar tarafından esir alınınca... Bayram hazırlığı, fırında balık, tencereden gelen haşlanmış tavuğun kokusu onun için ev demekti, aile demekti. Yitirilmiş, yeterince yaşanamamış bir aile... Rozi de duygulanmıştı. Ondan etkilenmek için bir nedeni daha vardı artık. Birçok duygusunu paylaştığı adamın bir yüzünü daha görmüştü. Buralara geleceklerini ikisi de düşünmemişti herhalde. Yine de ne kadar etkilendiğini ancak bir yere kadar gösterebilmişti. Duygularını tüm çıplaklıklarıyla gösterememek... Birçok insanın doğrusu olan o yalanın hikâyesi nasıl da eski bir hiyâyeydi. Kadınlık, o küçük kadınlara nasıl da yanlış öğretilmişti. Bu vakitlerdeki pişmiş yemek kokuları oğullarını her zaman etkilemişti. Oyun eski bir oyundu. Yıllar boyunca taşınmış, birilerinden birilerine sabırla, yaşamak için, varlığını sürdürmek adına aktarılmış o tatların taşıdıkları anlamın hissettirdiklerinin de ötesinde, başka, çok özel duygularla da sürdürülmüş bir oyun. Yemeği sevmek biraz da tarihin izini sürmek değil miydi? En derin gerçeklerimizden biri duygu iklimlerimiz değil miydi? Belki de bu oyunu, tüm hikâyelerimdeki gibi, yine tek başıma oynuyorum. Belki de en başından beri öyleydi. Belki de böyle olduğu için hikayeler birer sığınaktı. Hayatın gerçeklerinden kaçmak için. Yeni bir hayat kurmak için. Hayalleri ve yalanlarıyla... Çünkü onlar daha dayanılırdı, daha kolay taşınabiliyordu... Lisedeki üstün başarısından sonra Yale Üniversitesi'ne burs kazanarak ekonomi okumaya giden, üstelik başarısını orada da sürdüren oğlu, dördüncü sınıfa geldiğinde okulu bırakmaya karar verdiğini,bu şerefsiz sistemin, kendisine çok para gerektirecek şerefsiz uşaklığını yapmaktansa, farklı bir yolda yürümeyi çok daha anlamlı bulduğunu yazmıştı son mektubunda. Uzun süredir ertelediği yolculuğa en nihayet çıkabilecekti. Yeterli cesareti toplamıştı. Bu yolculuğu yapmaması halinde hayatını hep eksik yaşadığı duygusundan bir türlü kurtulamayacaktı. Yaralı çocuklar sadece yaralı aileler kurar...
··
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.