Toplumcu gerçekçi türde okuma ve incelemelerin dolayısıyla emeğine sağlık Adem. Bu gayretin sayesinde sitede pek çok kişinin bu türe ilgi duymasını sağlamış olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bunu belirtmek isterim. :)
Senin bu konudaki hassasiyetini biliyorum. Değindiğin pek çok noktada da haklısın, bu yönde mücadelen de takdire şayan. Bununla birlikte incelemede iki noktada kendi fikrimi söylemek isterim.
Her edebiyat akımının oluşumunda tarihsel arka plan etkilidir. Bu tarihsel arka planıysa oluşturan pek çok etken söz konusudur. Örneğin uzun yıllar boyu, edebiyatta katı sınırlar koyan klasisizm akımı etkiliyken, 1789 devriminin yarattığı siyasal ve sosyal ortamın etkisiyle romantizm akımı doğar. Zamanı ileri sararsak; ilk dünya savaşından çok daha yıkıcı bir dünya savaşı daha yaşanır. İnsanların uygarlığa, gelişim ülküsüne güveni yıkılır. Bilimin de felaketler için kullanılması ona karşı tedirginliğe yol açar. Bununla birlikte kuantum ve görecelik kuramlarıyla evren algımız belirsizliğe kayar ve hatta insanın kendisi belirsizliğe kayar. Bunlardan dolayıdır ki, 2. dünya savaşından sonra hem felsefede hem de edebiyatta varoluşçuluk akımı yükselişe geçer. Kısacası buradan varmak istediğim nokta, ne toplumcu gerçekçilik ne de bireyci yönü ağır basan edebiyat tek bir etken sonucunda ortaya çıkmıyor veya etkinlikleri azalmıyor.
İnsanın bir yönü bireyselliği bir yönü ise toplumsallığıdır. Ama bu ikisinden de öte bir durum daha vardır ki, en önemlisi de odur. Kısaca anlam. Neden varız, bu hayat neden var, neden yaşıyoruz, neden hiçbir şey yok değil de var vesaire. Neden sorusu dikkatle ve cesaretle sorarsa insan, dibi görünmeyen bir kuyudan içeriye veya yine dibi görünmeyen bir uçurumdan aşağıya iniyor gibi hisseder. İndikçe bu zamana kadar değişmez birer kanun gibi gelen her şeyin kendi yüksek bilincinin birer yaratımı olduğunu anlar. Nihayetinde bunlar da anlamsızlık içine yeni birer üye olurlar. Ama elde yine cevaplanamayan "Neden?" sorusu kalır. Evet, çoğu insanın da anında ve gönülden destekleyeceği yönde, "Toplumun iyiliği için" yanıtı verilebilir. İyidir kötüdür, güzeldir çirkindir diye de yargılamıyorum, nitekim tüm bu yargılayıcı nitelemeler de insan ürünü olup evrensel ve değişmez değillerdir. Aynı "Toplumun iyiliği için" yanıtı gibi. Bir başka açıdan bakacak olursak, şu anki "ben"lerimizin oluşumunda ve gelişiminde kendi inisyatiflerimiz ne kadardır? Coğrafya kaderdir derler, buna ek olarak "ben"lerimiz de ciddi ölçüde birer "kader" değil midirler? Bu benlerimizin kontrolü için mücadele ediyoruz, ona sahip olmak, ona kendi istikametimizi vermek için; bu mücadeleyi erkenden kazanabilenler vardır muhakkak ancak bu mücadeleyi uzun zaman sürdürenler de vardır.
Bana kalırsa insanı her iki yönü de anlamlı ve kıymetlidir. Bunların edebiyattaki yansımaları da hakeza öyle. Toplum için mücadele etmek de insanın kendi varoluş sorgulamaları da değerlidir. Şunu da anlıyor ve hak veriyorum, kimisi için ilki kimisi için de ikincisi daha ön plandadır. Ancak her iki tarafı da yargılayıcı bir tutumda bulunmaktan ben çekinirim. Ama ikincisini ön plana alanlar salt olumsuz manada bencil vesaire anlamlardaki nitelemelere maruz kalacaklarsa, ilkini ön plana alanların da kuyunun veya uçurumun dibine bakma sürecini çeşitli nedenlerle yarıda kesmekle nitelenerek yeterince cesur olmadıkları yönünde bir sıfatlandırmayla karşı karşıya kalabilirler. Ama bu hususta, her zaman toplumcu olanlar bireyci yaklaşımda bulunanlara nazaran daha iyi kamuoyu oluşturabilirler veya en azından daha sempatik karşılanabilirler. Çünkü, insan her davranışında istemli veya istemsiz şekilde, az veya çok kendi çıkarını gözetiyor olsa da, sanki salt kendi için mücadele ediyor sanki salt kendi iyilikleri için bir şeyler yapıyor gözükenleri daha sempatik karşılarlar. Evet, bu mücadeleyi yapanlar gerçekten de başkaları için mücadele ediyor onların iyiliği için fedakarlık yapıyorlardır ama gerçekten nasıl "neden" sorusunu derinlemesine sormamız gerekiyorsa bunu da öyle soralim; hiç mi kendi çıkarları söz konusu değil bu insanların. İlla para veya maddi bir unsur gelmesin çıkar deyince akla. Öte yandan kendi varoluşu üzerine sorgulamalar yapan, bu konuda "neden" sorusunda geldiği noktada istemli veya istemsiz bir pozisyonda kalan, mücadelesini bu tarafta sürdüren insanların mücadelesi neden diğerlerinden daha az değersiz olsun ki. Toplumun çıkarlarını gözetmediği ya da topluma hizmet etmediği için mi.
Bana kalırsa hayat intihar etmemek için insanın bahaneler üretmesidir; bu bahane, topluma hizmet olur, kendini gerçekleştirmek olur, bireysel manada felsefe tarihini ele alarak buradan başlayıp varoluşu enine boyuna sorgulamak olur, kitap okumak olur, film izlemek olur vs vs. Ama "Neden?" sorusuna bunlardan hiçbiri evrensel ve değişmez bir yanıt veremezler.
Senin iyi niyetini biliyorum, başta da takdir ettiğimi söyledim Adem mücadelenden dolayı ancak ister istemez şu parafından rahatsız olduğumu da ifade etmeden geçemeyeceğim:
"Toplumcu gerçekçi edebiyatı kimler okumaz?: Burjuvazi bir yaşam süren orta ve üst sınıflar, Üst düzey egoistler, başkalarının acıları karşısında duyarsız kalanlar ve masal okumaktan öteye geçmek istemeyen bireyci edebiyat düşkünleri."
Benim edebiyatın bu türüne yönelik henüz güçlü bir ilgim yok. İster istemez aklıma şu geliyor: Ben bunlardan hangisi oluyorum bu durumda? Bireyci edebiyat alanına giren kitaplar birer masal ve onu okuyanlar da masal okumaktan öteye geçemeyenler diyorsun. Peki gerçek nedir?
Tekrardan emeğine sağlık, görüş farklılıkları olur insanlar arasında ama önemli olan bu farklılıklar sonucunda insanın zenginleşerek çıkabilmesidir. Senin de beni yanlış anlamayacağının farkındayım :))