Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

200 syf.
10/10 puan verdi
·
14 günde okudu
Şiddetin sonucunun ve bizi bekleyen tehditlerin farkında mısınız?
Kadına şiddet... Gözümüzün önünde yaşanan, bir çoğumuzun direkt ya da dolaylı olarak hayatını etkilemiş/etkileyen ve hepsinden önemlisi toplum olarak geleceğimizi belirleyen en büyük yaramız... Ve maalesef hala şiddetle kanayan yaramız... Babamın mesleği dolayısıyla tüm okul hayatım küçük kasabalarda geçti; peş peşe 3 yılı aynı okulda okumuşluğum yoktur. Türkiye'nin farklı bölgelerinde, farklı etnisite ve kültüre sahip bu topluluklarda ortak olan önemli noktalardan biri idi kadına şiddet. Geçmişimde, hayata bakışımda, psikolojiye merakımda ve iş hayatına bağlanışımda etkisi çoktur. Apartmanda her gece bağırış çağırışlarını, vurulan kapıların, kırılan eşyalarının sesini duyduğumuz arkadaşım ile ertesi gün okula beraber yürüyerek gitmek mesela... Konuyu hiç açmaz, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırız; ama onun yüzünden ve bakışlarından anlarım, merakla bakar bana: Duydum mu acaba? Duyduğumu zaten bilir ama bir ümit işte; gözleri hüzünlü, sesi titrer, sürekli başka konulardan konuşarak o hissettiği derin utançtan kurtulmanın bir yolunu arar çaresizce; sanki yaşanan onun suçu, onun utancıymış gibi... Annesi oturmaya gelir ve yalvarır, polise başvurmayalım diye; sokağa düşmemek, çocuklarını kaybetmemek için. Karşı komşumuzun oğlu ile aynı sınıfa gideriz, arada matematik çalıştırırım ona. Sessiz, titiz, iyi yürekli, hanımefendi annesi bu küçücük desteğin karşılığında kekler, börekler taşır bize; zanneder ki bu sayede oğlu okur, adam olur, büyük şehirde iş bulur, ona da bakar. İkisinin de yere göğe koyamadıkları yakışıklı, tatlı dilli babanın kasabanın başka bir köşesinde başka bir evi ve orada sırayla ziyaret ettiği bir kuması olduğunu öğrenmem epeyce geç olur bu yüzden; zira söyleyenlere inanmam. Bu iyi görünümlü babanın bir gün kucağında bir yaşında erkek çocukla gelip eşine emanet etmesi ile anlarız ki pavyonda tanışıp ev açtığı kumasından 3 çocuğu vardır, ama erkek olanı nikahlı eşinin üzerine yapmak, böylece hep gözü önünde tutmak ister. Bir anda eve gelen bu bebek hakkında hiç konuşulmaz, sessiz bir mutabakat olur tüm komşular arasında. Bir yandan gelen bebeğe sevgiyle bakarken titizlik hastalığının arttığını gözleriz komşumuzun; gece yarısı kalkıp süpürgeliklerin altını silmeye kadar varır bu çılgınlık. Sınıf arkadaşım olan oğlu derslerden iyice kopar, sokaklara vurur kendini, hayaller çöpe gider. Kumanın da, bebeğinden ayrılmanın acısıyla kahrolduğunu duyarız. Ama sessizliğimiz baki kalır. Çocuğunu kendi büyütmek istediği için işten ayrılan eğitimli ve başarılı arkadaşımdan duyarım ki, o beyefendi eşi kısa sürede değişir; daha havalıdır artık, daha kendine güvenlidir; geç gelir, açıklamak istemez, ev işlerine, bebek bakımına hiç yardım etmez. Para konusu hep sorun olur; yıllarca çalışmış ve ev bütçesini eşiyle beraber yönetmiş bir kadın bir anda her gün para dilenir duruma düşer. Doğum sonrası hormonal değişimin üstüne gelen ve kalıcı görünen bu huzursuzluk çaresizliği tetikler, şiddetli bir depresyon içine düşer. Yıllar boyu bir yandan çocuğunu yetiştirirken bir yandan da ilaçlarla kendini tedavi etmeye çalışır ama fayda etmez; cesaretini toplayıp boşanma kararı vermesi çok geç ve zor olur. Kitap, bizlerin günlük hayatımızda sayısız benzerini gördüğümüz ya da tahmin ettiğimiz "koca şiddeti"ni masaya yatırıyor ve geniş bir alan çalışması ile sorunları tespit ediyor. Çok değerli istatistiksel analizler var kitapta, bu yüzden okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Beni en çok etkileyen üç tespiti ise özellikle yazmak istedim: 1. Sorunun kökeni, kimilerinin diline pelesenk olduğu üzere, etnik köken, kültürel farklılıklar, inanç, vs... değil. Kendimizi kandırmayalım. Konu en çok eğitim ile ilişkili; devletin eğitim hizmeti bir bölgede ne kadar zayıf ise kadınlar o kadar sıkıntı çekiyor, aile birlikteliği ve çocuklar o kadar sorunlu oluyor. 2. Sivil toplum örgütlerinin sürece pozitif katkısı çok büyük, takdire şayan ve yadsınamaz. Ancak sivil toplum örgütlerinin siyasi duruşu ön plana çıkarması -diğer tüm benzer sivil toplum örgütlerinde olduğu gibi- faydayı kısıtlıyor. İnancı, siyasi duruşu, sosyal statüsünden bağımsız olarak her kadını ve her türlü desteği kabul eden ve paydasını büyüten sivil toplum örgütleri, çözümde devletin hantal organizasyonundan çok daha etkin oluyor. 3. Devletin hantal işleyişi, süreci hep kadınlar aleyhine işletiyor. Kanunlarla yapılan düzenlenme ile devletin işi bitmiyor; kanunların her yerde ve standart şekilde uygulanmasının takibi gerekiyor. Aksi takdirde belki kendisi de evde eşine şiddet uygulayan polisten, hakimden yapılan başvuruya adil davranmasını bekliyorsunuz; ki beklenti gerçekçi değil. Velhasıl hep birlikte, el birliğiyle topu taca atmaktan vazgeçip farkındalık yaratmamız ve katkıda bulunmamız gerekiyor ki bu kanayan yaraya kalıcı çözümler bulabilelim. İstenenin sadece kadınların huzuru olmadığını, toplum olarak geleceğimize umutlu bakmanın yolunun genç kuşakların bu tarz sorunlu ortamlarda yetişmekten ve çaresizlik hissinden kurtarılması olduğunun da ayırdına varalım. Bu farkındalık için canla başla çalışan ve kitap ile tanışmamı sağlayan
Adem
Adem
'ye teşekkürü bir borç bilirim.
Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddet
Türkiye'de Kadına Yönelik ŞiddetAyşe Gül Altınay · Metis Yayınları · 200826 okunma
··
68 görüntüleme
Adem okurunun profil resmi
Elinize sağlık. Verdiğiniz örneklerin benzerleri günlük hayatta kesintisiz bir şekilde görülmeye devam ediyor. Kadına şiddet meşrulaştırıldığı için ev içinde şiddet gören kadını bu durumdan kurtarmak için insanlar harekete geçmiyor geçseler dahi "aile içi mesele" ya da "sana, size ne?" denilerek üstü örtülüyor. Burada kolluk kuvvetlerinin, adalet sisteminin "aile içi meselelere" yerinde müdahale etmemesi de şiddetin sürekliliğini meşrulaştırıyor. " Döver de sever de" mantığından uzaklaşmak lazım, hem şiddet gören kadının uzaklaşması lazım hem de şiddete şahit olanların uzaklaşması lazım. Hiçbir şey şiddeti haklı kılmaz. Ne eş olmak, ne baba-anne olmak ne de sevgili nişanlı olmak.. Seyirci olduğumuz sürece televizyon haberlerinde, sosyal medyada "uzun süren şiddetli geçimsizlik" durumunun sonucunda eşini öldüren, yaralayan, sakat bırakan canilerin haberlerine denk gelir lanet okuruz sadece. Bir hafta önce henüz 18 günlük evli olduğu kadını başından vuran bir polis memurunun haberini okudum ve buna intihar süsü verilmiş. Kızın annesi de babası da nişanlılık döneminden başlayan tehditleri, tartışmaları gördüklerini ama kızının "seviyorum" dediğini o yüzden evlendirdiğini söylüyor şimdi 22 yaşındaki o hemşirenin yoğun bakımda devam eden hayat mücadelesinden kaç kişi sorumludur onu bir düşünmek lazım? Şiddet eğilimi olan kişileri tespit etmişse o aile geç olmadan çocuklarına sahip çıkması gerekir ister nişanlı, ister yeni evli olsun.
AkilliBidik okurunun profil resmi
Tümüyle katılıyorum. Göz yumunca şiddet yok olmuyor, meşrulaşmıyor. "Kol kırılır, yen içinde kalır" dedikçe, "bunlar sorunlarını çözerler, biz karışmayalım" dedikçe aileyi korumuş olmuyoruz; sorunu da, olumsuz etkisini de daha da büyütmüş oluyoruz. İşin kötüsü, bunu bire bir devlet yapıyor; şiddeti, şikayet olmadan cezalandırmamak, cezalandırırken "iyi hal", "haksız tahrik" indirimleri uygulamak, şikayetçiyi oradan oraya sürüklemek zaten "bıçak kemiğe dayanana kadar bize gelme." demek. Üstüne bir de toplum olarak biz "ama"ları konuştukça -"ama" itiraz etmiş, "ama" izinsiz sokağa çıkmış, "ama" başka erkekle konuşmuş, "ama" çocuğun var, dayan, "ama" nasıl geçineceksin?- zaten şiddet ile ezilmiş anne ve çocukları iyice çaresizliğe sürüklüyoruz. Küçücük bir empati yapalım : Hangi erkek böyle bir şiddete sürekli katlanır? Hangi insan sürekli huzursuz bir ortamda sağlığını korumayı başarır? Hangi toplum böyle ortamlarda yetişen gençlerle bize sunulan "en büyük" hedeflerine ulaşabileceğimize inanır?
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.