Gönderi

Günün denemesi, Ahmet Cemal'den..
Einstein'a Göre Bireysel Sorumluluk... Yabancı dergilerden biri, Kasım 1997 sayısında "Küçük Bilgelikler" başlığı altında, ünlü fizikçi Albert Einstein'ın bir deyişine de vermiş. Şöyle diyor Einstein: "Her gün yüz kez göz önünde bulundurduğum bir gerçek var: Yaptıklarım ve çabalarım, temellerini ölmüş ya da yaşamakta olan başka insanların çalışmalarında buluyor ve ben, aldıklarım kadarını eksiksiz verebilmem için çok çaba harcamak zorundayım." Ömür boyu harcanacak çabaların ağırlık noktasını "alınan kadarını eksiksiz yine verebilmek" amacı üzerine de toplamak; bütün yapılmakta olanları, daha önce yaşamış veya şimdi yaşamakta olanların çabalarının devamı olarak görebilmek ve kendini bundan ötürü borçlu saymak - böylesi, "adam sende"ciliğin her türlüsünü, her şeyi başkalarından beklemeyi daha en baştan dışlayan bir tutumla eşanlamlıdır. İnsanın kendi varoluşuna bir gerekçe kazandırabilmesi bağlamında da böyle bir tutumdan daha güçlü bir varoluş nedeni bulabilmek pek olası değildir. Kendini belli bir süreçte, kendisinden önce başlamış ve kendisinden sonra da devam edecek bir akışta bir an olarak göremeyen insanın kişilik kazanabildiğinden, bu akış içerisinde kendini bağımsız bir adacık olarak algılayabildiğinden söz etmeye de olanak yoktur. Kültür,"insanın kendini içinde bulduğu ve değişime uğrattığı gerçeklik" ise eğer, bu değişime katkıda bulunma konumu başkalarına bırakılamayacak, ancak tek tek her bireyin kendi yetki ve devinim alanında gördüğü takdirde "insanla bağıntılı anlam kazanabilecek bir konumdur. Bu konum, insanoğluna insan olmanın onurunu kazandıran temel kaynaklardan da biridir. Einstein'ın alıntıladığım ve görünüşte yalnızca kendi seçimini dile getiren deyişi, aslında insanoğlunun daha kendi varoluşunun bilincine eriştiği anda karşılaştığı, çetin bir seçme yükümlülügünü,"hep sürüden olmak" ile sürüden bağımsız bir kişiliğin de taşıyıcısı olabilmek" şıklarından birini seçme yükümlülüğünü vurgulamaktadır. Bu, gerçekten de zor bir seçimdir, çünkü toplum içersinde yaşayan ve bu nedenle doğduğu andan başlayarak kendini önceden oluşmuş/saptanmış yaşama biçimleri içerisinde bulan insan, bu konumundan ötürü en önemli dönüm noktalarında sorumluluğunu başkalarına ya da adına "kitle" denen anonim bir varlığa atmak peşindedir. Bir başka bilgenin çok güzel deyişiyle, yanlış yola sapanların çoğu, suçu kendilerinde değil, fakat saptıkları yollarda ararlar. Bu tür eğilimler karşısında insanoğlunun kendi yaşamını anlamlandırabilmesi, sürü içerisinde o yaşama bağımsız bir yer kazandırabilmesi, ancak düşüncelerini ve eylemlerini yönlendirme biçimine bağımlıdır. ‌Albert Camus, kendi varoluşçu felsefesi doğrultusunda yaşamı çoğunlukla rastlantılara bağlı, dahası "saçma" bir süreç diye tanımladıktan sonra hemen ekler: "Ancak insan yaşamayı seçmişse eğer, o zaman o yaşam içerisinde kendi ahlakını da oluşturmak zorundadır.." Dikkat edilirse, Camus'nün burada sözünü ettiği "bireysel ahlak ile Einstein'ın insana yükledikleri bütünüyle örtüşmektedir. Böylece, yaşamayı seçen insanın ahlaklı yaşaması, onun başka insanların emeklerini temel alarak ürettiklerini yine insanlara vermesi ve bu bağlamda kendisiyle her an hesaplaşmayı bir ahlak görevi sayması anlamına gelmektedir. Günümüzde, yani yeni bir bin yılın eşiğinde "küreselleşme" adı altında aslında gittikçe sürüleşmeye ve tek düzelige kayan insanlık, şimdi belki de böyle bir hesaplaşmayı her zamankinden daha ödünsüz yapma yükümüyle karşılaştığı bir zaman parçasını yaşamaktadır. Hemen her şeyin, giderek artan bir yoğunluk düzeyinde olmak üzere, düğmelere basılarak ve bilgisayar ekranları karşısında çözüme bağlandığı bir dönemde, insandan insana uzanan köprülerin çoğu kez ayırdına bile varılamaksızın atıldığı bir toplum yaşamında insanın "başkalarına" karşı sorumluluk duymasının, hele "aldığı kadarını geri verebilme yükümünü" bu sorumluluğun bir gereği saymasının zorlaştığı kesindir. Ama öte yandan en büyük bunalımların, insanın insanlığından eden en korkunç yıkımların yukarda sözü edilen sorumluluk bilincinin zayıfladığı zamanlarda ortaya çıktığı da kültür tarihinin bize kanıtladığı gerçeklerden biridir. Bu gerçek karşısında tarihe farklı bir gözle bakmak, tarihi, Stefan Zweig'ın deyişiyle, insanlığın soylu başarılarının geçmişi diye de okuyup kendini o başarıların mirasçısı olarak görmek ve o başarılardan temellenen birikimlerini yine insanlığa iletme uğrunda sürekli çaba harcamayı doğrudan insan olmanın gereği saymak, bugünün insanını yeni bir bin yıla umutla bakma konusunda haklı kılabilecek nedenlerden biri olabilir.."
··
10 görüntüleme
Adem okurunun profil resmi
Bu deneme Ahmet Cemal'in
Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor
Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor
adlı kitabının 95-97. sayfalarında yer almaktadır.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.