yazmak, bir anlamda buluşmakmış. Aynı sıkıntıları,
aynı endişeleri, aynı umutları paylaşanların buluşması, zaman-
ları farklı olsa dahi...
7
Fakat guguklu saat misali, sunulan her fırsatta konuşmaya kalk-
mak, bu devrin müzmin hastalıklarından biridir.
15
"Dilinizin sınırları, dünyanızın sınırlarıdır ... "
Ludwig Wittgenstein
18
bir insanın
anne karnından doğum sonrası 10 yaşına gelene kadar, beyninde
ortalama olarak her saniye 1,8 milyon kadar yeni bağlantı kurul-
duğu hesaplanmakta.
19
"Her bildiğini söyleme, her söylediğini bil ... "
Clavdius
24
Herkesin bilim
adamı, herkesin bilim felsefecisi, herkesin din alimi, herkesin futbol
yorumcusu olduğu bir toplumda "gerçekten uzman aydın" bulma
imkanımız gittikçe azalacaktır (azalıyor da).
28
"İki şey dünyaya hükmeder: Biri kılıç, diğeri düşünce ...
Kılıç, önünde sonunda düşünceye yenilir."
Napolyon
31
Fakat cinsel
içerikli bu yayınların beynimize neler yaptığını bilsek, sanırım hem
kendimiz hem de gelecek nesiller için alarm çanlarının ne kadar
gürültülü çaldığını duyabilirdik.
39
"Yabancı bir lisanla ilgili hiçbir şey bilmeyen,
kendi dili hakkında da hiçbir şey bilmez."
Johann Wolfgang von Goethe
41
bir şeylerin "bilimsel temeli"ni araştırma alışkanlığımız olsaydı, bugün bulunduğumuz konum-
dan çok daha farklı bir yerde olurduk, bu kesin ...
44
Yabancı bir lisanla eği-
tim, Türkiye'ye bilinçli veya bilinçsiz olarak yapılan en büyük iha-
netlerden biridir ve kanımca yıllardır bizi yerlerde sürükleyen en
önemli etmenlerden biri olan Batı karşısındaki aşağılık komplek-
simizin de en önde gelen nedenlerindendir.
45
Bu meyvelerin en acısı, mesleki jargon zorlamaları dışında, günlük
hayatta sıkça karşımıza çıkan o "aşırma" lisandır. Hayreti belirt-
mek için "w"li "wow" kullanılması ve güzelim "harika" kelimesi-
ninse yerini "Süppeer!" ünlemine bırakması gibi unsurlar sıradan
hale geldi. Artık asabı bozulduğunda "Modumda değilim" diyerek
kendini ifade eden çocuklar, ödevlerini yaparken anne ve babala-
rına "Halet-i ruhiye ne demek? Edebiyat kitabında geçiyor da ... "
diye soruyorlar. Atatürk'ün "Gençliğe Hitabe"sinin ve "Nutuk"u-
nun aslı, çoktan anlaşılmaz bir lakırdıya dönüştü bile. O yüzden
"modernize" edilmedi mi zaten?
50
Kendi
dallarını İngilizce kaynaklardan öğrenen bilim adamı adayları,
ileride o kadar çalışmanın üstüne bir de öğrendikleri İngilizce te-
rimlerin Türkçe karşılıklarını bulmak için ilave bir mesai harca-
maya gönüllü olmuyorlar. İşte bu da kendiliğinden bugünkü garip
"Türkilizce" bilimsel(!) dilin ortaya çıkmasında çok büyük etken-
lerden bir tanesi!
52
Alev Alatlı'nın söylediği
gibi "Dünyayı bilmeyen, onun maskarası olur".
56
"Akıllıca söylenen rahatlatıcı sözler,
insanoğlunun bildiği en eski tedavi yöntemidir."
Louis Nizer
57
"Ofisindeki çiçekleri ölmüş bir doktordan uzak durun!"
Erma Bombeck
60
"Haysiyet, izzet-i nefis, gurur gibi kelimeleri-
mizi attık bir kenara, hepsine birden onur dedik. Onur geldi ama biz
haysiyetimizden olduk"
63
Halbuki milyonlarca yıllık yaşam planından edi-
nilmiş bilgeliğin yanında günlük modaların ne kadar önemsiz oldu-
ğunu bir fark edebilsek, mutluluk dediğimiz kelimenin anlamını çok
daha iyi kavrayabileceğiz.
75
Jostein Gaarder "Sofie'nin Dünyası" adlı kitabında bu açmazı şöyle
dillendiriyor: "İnsan beyni bizim anlayabileceğimiz kadar basit ol-
saydı, onu anlayamayacak kadar aptal olmamız gerekirdi.''
83
Bazen sorular, cevaplardan daha çok şey anlatıyor insana ...
83
Sıradan olmamak için ha-
yatında sıradan gördüğü her şeye sırtını dönen ve böylece yıllar
boyu gözünün önündeki imkanlardan, hatta mucizelerden bihaber
yaşayan insanları tanısanız, sıra dışı olmaya çalışırken kaçırdık-
larınızı daha iyi anlayacaksınız, anlayacağız belki...
87
"Bir şeyi yaparken mutlu ve verimli olabiliyorsanız, o iş için dün-
yaya gelmiş olma ihtimaliniz yüksektir"
87
Bu dünyadaki her insan gibi "benzersiz"
olduğumuzu bize pek kimseler hatırlatmadığı için, şu sonsuz ola-
sılıklar evrenini birkaç başarı formülüne indirgeyen hazırlop pa-
ketler yüzünden, ekserimiz mutsuz ve sıkıntılı bir hayatın içinde
bulur kendini. Heveslerimiz de böyledir, ne olduğumuzu bilmeden
ne olacağımızı hayal etmeye başlamış buluruz kendimizi...
88
Biyolojik olarak en fazla 150 kişilik bir çev-
reyle baş edebilecek bir zihinle, bazen bütün ülkede, bazen bütün
dünyada tanınan, bilinen biri olma arasındaki zıtlığı yenebilecek
bir zihin bulabilmeniz, işte bu nedenle çok zordur
89
Mesela sırf yüksek puan al-
dığı için üniversite tercihlerinde tıp fakültesi gibi bölümler oku-
yan ve tüm ömrünü hiç sevmediği, mizacına hiç uygun olmayan
bir meslekle geçiren nice insanımız var. Sırf yüksek puan alabile-
cek kadar çalışkan ve hızlı işlem kapasitesine sahip oldukları için
adeta ömür boyu cezalandırılan nice insan ...
90
İş garantisini veya diğerlerinin gözündeki prestiji öncelerken mutlu-
luğu ikinci planda bırakmak, ne büyük bedeldir!
90
Üretim çarkı içinde "iş bulma"nın hayatın tek amacı haline gel-
diği karanlık bir dünyayı anlatan ahmakça bir film izliyor gibiyiz.
91
Sanayi Devrimi'nin neticesinde şekillenen ve
insanları devasa üretim-tüketim makinasına birer dişli olarak
yetiştirmek üzere kurgulanmış, adına "eğitim" dediğimiz çarkın
en anlamsız ve zamanın gereksinimleriyle uyumsuz sürecini ya-
şamaya devam ediyoruz. Herkes üniversite profesörü olacakmış
gibi yönlendiriliyor.
91
İnsanlar adedince çeşitlilik arz etmesi gereken tabii insan yaşa-
mına bu eğitimde yer yok. Bu daracık seçeneklere sığamayanlar,
başarısız olarak damgalanıyor. Kendini alabildiğine törpüleyip bu
seçeneklerden sağ salim çıkabilenler ise geride kalan kısımlarıyla
kendilerine ve topluma faydalı olmaya çalışıyor. İşte günümüzün
"çözümsüz" elitlerinin üretim bandı kabaca böyle işliyor ...
89
Osmanlı sultanlarının Enderun mektebinin kapısına yazdırdığı
"Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz" yazısını
biz ne zaman eğitim kurumlarımızın girişlerine yazacağız acaba?
90
"Sonsuzluğun karşısında dağlar, bulutlar kadar geçicidir."
Robert Green Ingersoll
91
Tafsilatlı bir market alışverişinden sonra buzdolabımıza doldur-
duğu'
muz ürünlerin bir kısmı tüketilerek, gittikçe artan bir kısmı
ise "bozularak" hayatımızdan çıkıyor. Yeni bir market alışverişi
ile her şeye sıfırdan başlayabiliyor, taze ürünlerle "hiçbir şey ol-
mamış gibi" hayatımıza devam edebiliyoruz.
91
Bayram SMS'leri ile eski arkadaşlarımızla bağlantımızı sürdür-
sek de bunun gerçek bir bağlantı olmadığının hepimiz farkındayız.
92
Tükettikleri kadar
değil, tasarruf ettikleri kadar insan olunacağına inanmış insanlar
gördüm ben.
92
Bir düşünsenize, bugün yahut 50 yıl sonra hayata gözlerimizi ka-
padığımızda, gerçekten bizim olan ne kalacak geriye?
Keşke "bir hoş seda" diyebilsek ...
93
"Basitlik, gelişmişliğin son noktasıdır."
Leonardo da Vinci
99
Etrafımızdaki verilerin çokluğu
bizde "bilgili olma" yanılsamasını geçici bir süre de olsa başarıyla
yaratıp, her birimizi biraz daha ukalalaştırırken zihnimizin yor-
gunluğunu gözümüzden başarıyla gizliyor.
99
"Öğrenmemi engelleyen tek şey, eğitimimdi..."
Albert Einstein
113
Güneş tutulmasının tam saatini ve dünya üzerin-
deki izleme noktalarını son derece dakik bir şekilde hesap edebile-
cek kadar gelişmiş astronomi ilmine sahipken acaba İslam coğrafyası
neden "bayram günlerinin tarihi" ve "Ramazan ayının başlangıcı"
konusunda hala anlaşamaz?
126
insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik ise benim görü-
şüme göre "sınırlarını aşabilme" yeteneğidir
133
Bilimsel bilgideki boşluklarda Allah'ı arayanlar, bilgileri arttıkça
inançlarından olurlar.
134
İslam inancına sahip olan bir insan için, maddi nedenleri bilinse
de bilinmese de bu evrende olan biten her şey, Allah'ın yaratıcılı-
ğına, muhtelif isimlerine ve sıfatlarına dolaysız delillerdir. Meka-
nizmayı öğrenmek, bizzat Allah'ın emrettiği gibi, O'nun sanatını
daha doğrudan deneyimleyebilme tecrübesidir, hepsi o kadar ...
Bilimsel bilgideki boşluklarda Allah'ı arayanlar, bilgileri arttıkça
inançlarından olurlar.
134
Peki, dünyamızda kaç "tür" canlı yaşıyor acaba? 2009 yılında ya-
pılan kapsamlı bir çalışmaya15 ait bilgilere bakacak olursak, yak-
laşık olarak 310 bin bitki, 100 bin kadar mantar, 1 milyon 400
binden fazla hayvan (bunların 1 milyondan fazlası böcek, 65 bin
kadarı omurgalı) türü tanımlanmış durumdadır.
136
Şimdi bu tartışmalardaki temel mantık hatalarından bazılarına ya-
kından bakalım: Öncelikle tür dediğimiz kavram, doğada gerçek
bir karşılığı olmayan, salt insan icadı bir kavramdır. İnsanın kate-
gorik düşünüş biçimine bağlı olarak çevresindeki canlı dünyayı sı-
nıflandırma alışkanlığının bir sonucudur. Ayrıca sanıldığı gibi tür
kavramı ve tür tanımlamaları o kadar sabit ve keskin kenarlı ta-
nımlar değildir. Birçok canlı örneğinin hangi türe dahil edileceği
konusunda ciddi ihtilaflar yaşanmakta ve birçok canlının filoge-
netik (soyoluş) ağaçları veya başka bir deyişle, ait oldukları takso-
nomik sınıflar, gözden geçirilmekte ve değişmektedir. Birçok kez
çıplak gözle ayırt edebileceğiniz herhangi bir farkı olmayan hay-
vanların (özellikle bazı böceklerin) farklı türler olduklarına hük-
metmeniz gerekebilir. Çünkü görünüşteki benzerlik ve farklılık-
lar yanıltıcı olabilir. Kısacası taksonomi ve tür tanımlama, oldukça
kaygan zeminli ve belirsiz bir uğraştır.
Bir başka husus ise taksonomi fikrinin, yani canlıların sınıflan-
dırılması sürecinin, büyük oranda canlıların "akrabalıkları" üze-
rine kurulu olduğudur. Yani taksonomi verileri, tür tanımları ve
hayvanların sınıflandırma bilgileri üzerinden tartışmaya başla-
dığınız zaman, otomatik olarak evrimsel akrabalık fikri üzerinde
tartışıyorsunuz demektir. Bu noktanın çoğu kez gözden kaçması,
özellikle evrim aleyhinde kanıtlar getirmeye çalışanların sonuç-
suz döngüler içinde kalmalarına neden olabilmektedir. Yaratılışın
ateşli savunucuları, çoğu kez "Türler asla birbirine dönüşmez" der-
ken, insan icadı taksonomik bir sınıflandırma birimini adeta kut-
sallaştırma yanılgısına düşmektedirler.
Hatırda tutulması gereken en önemli hata ise "Ya o ya bu" şek-
linde ortaya çıkan ikili mantığa dayalı hatalardır. Canlılar alemi
hiçbir zaman bizim sınırlandırıcı ikili mantığımıza göre işlemez.
Davranışlardan hayvan gruplarının özelliklerine kadar baktığı-
nız her yerde, bol miktarda ara geçişler içeren, sınıflandırmayı
son derece zorlaştıran "gri" unsurlar çıkar karşımıza. Hal böyley-
ken, yani canlılar bizim ikili mantığımıza hiç mi hiç uymazken, on-
ları "Ya şöyledir ya da böyle!" mantığıyla tartışmanın bizi gerçeğe
ulaştırmayacağı açıktır.
Tabii amaç gerçeğe ulaşmak değil de sadece kavga ve tartışma ise
bunların da hiçbir önemi yoktur.
137
"Cevap, sorunun açtığı pencereden görünür ... "
Ali Suad
139
Evrim ve İslam inancı üzerine yaptığım konuşmalar, yazdığım ya-
zılar re katıldığım televizyon programları sonrasında çoğu olumlu
olmak üzere birçok tepki alıyorum. Geri dönüşlerin önemli bir kıs-
mında bazı temel kafa karışıklıklarını yansıtan itirazlar var. Ge-
nel bir cevap olsun diye onlardan önemli bulduklarımın bazılarını
burada sizlerle paylaşacağım. Elbette buradaki soru ve cevaplar
yüzyılları aşkın bir zamandır içinde bulunduğumuz bu düşünce
cenderesini kırmaya yetmeyecek fakat bana faydası olduğunu dü-
şündüğüm bir akıl yürütme zincirinin, bu konuda gelen sorulara
verdiğim cevaplarla daha kolay anlaşılabileceğini ve izlenebilece-
ğini düşünüyorum. Şimdi sizi, internet üzerinden bana ulaştırılan
bazı sorular ve onlara vermeye çalıştığım cevaplarla baş başa bı-
rakayım:
• Evrimi mi, yaratıhşı mı savunuyorsunuz?
Benim dünyam bu iki seçenekten ibaret değil ve bunlar birbirinin
zıddı, birbirini dışlayan şeyler değil. Yani soru, özü itibariyle ha-
talı. Ama Allah'ın her şeyi belli bir oluş ve sürece bağlı olarak ya-
ratmayı murat ettiğini çok iyi biliyorum. Hayatınızda bir tek bitki
diktiyseniz, bir kez bir bebeğin büyümesini izlediyseniz, siz de Sün-
netullah'ın bu kısmını yakinen gözlemlemişsiniz demektir. Unut-
mayınız, sizi de (eğer inanıyorsanız) Allah yaratmıştır ama dokuz
aylık bir gebelik sürecinde şekillenmenizi beklemek zorundaydınız.
Bu bekleme, sizin ait olduğunuz maddi alemin bir kuralıdır ve Ya-
radan'ı bağlamaz.
• Evrimin olmadığı tek bir proteinden bile anlaşılır ...
Tek bir proteinden, "hiçbir şeyin rastgele olamayacağı" anlaşılır, o
da insafı olana! Aynı şey bir kar tanesinden, bir damla sudan, ge-
lip geçen bulutların şeklinden de anlaşılır. Eğer istenirse ... Ama
bir proteine bakarak canlıların "nasıl yaratıldığı" anlaşılmaz. İşte
orada biraz "bilim" bilmek lazım ...
• Evrime dair ne tip kanıtlar var? Nasıl bu kadar eminsi-
niz?
Emin değilim. Bakınca tek gördüğüm şey bu olduğu için aklıma
sebepler dairesinde "başka" bir açıklama gelmiyor. Canlıların bir
şekilde akraba olduklarını görebiliyorum. Ama bunun Darwin'in
dediği gibi olduğunu da hiç zannetmiyorum. İşin içinde bambaşka
süreçler var ve bilimsel olarak daha bu mevzuu anlamanın başında
olduğumuzu düşünüyorum. Ayrıca Müslüman bilim adamlarının
bu konularda söyleyecek çok sözleri olduğunu da düşünüyorum.
Yeter ki bu anlamsız reddiye psikolojisini üzerimizden bir atalım ...
• Evrim teorisi doğru ise neden ara geçiş fosilleri yok? Yani
bu sorudan bıkmış olabilirsiniz ama gerçekten de ara form·
ların olmaması ve bunun açıklanmaması beni şaşırtıyor.
Canlılar arasında çok çeşitlilik ve benzerlik var fakat ne·
den çok bariz farklar arasında türler yok, bunu anlayamı·
yorum. Mesela şu, şu türden türedi gibi bir bilgi var mı?
Canlıların bulunduğu ortam ve şartlara göre değişimini an·
layabiliyorum fakat canlıların türden türe geçişi arasında
kopukluk olduğunu düşünüyorum. Birebir türden türe ge·
çiş olduğuna inanmıyorum. Mesela at ile eşeğin birleşimin·
den katır oluyor ama katır neslini devam ettiremiyor.
Hayır, bu tip sorulardan henüz bıkmadım, zira her seferinde masa
başı anti-evrim anlayışının bana da ne kadar zaman kaybettirdiğini
aklıma getiriyor bu itiraz ... Klasik olacak belki ama ara form bul-
mak isteyen sadece "Google"a baksa yeter. Mesela Wikipedia'da
şöyle bir madde var: Ara Geçiş Fosillerin Listesi.16 Buradaki hay-
vanlar bugün soyları tükenmiş ve bildiğimiz tüm canlıların özel-
liklerini kısmen taşıyan ama günümüzde benzerleri olmayan can-
lılar. Ara form dendiğine "sakat ve yarım" uzuvlar içeren canlıların
anlaşılması, evrim biyolojisinin bilinmemesinden kaynaklanan bir
yanlış bakış açısıdır. Eksik ve sakat bir hayvan, fosil bırakacak ka-
dar zaten yaygınlaşamaz, yaşamını sürdürüp üreyemezdi. Dolayı-
sıyla, bulunan hayvanların tamamı "mükemmel" canlılardı, yani ya-
şadıkları ortamlara milyonlarca yıl boyunca hayatta kalabilecek
şekilde uyum sağlama yeteneği olan (kendilerine öyle yetenekler
bahşedilmiş) hayvanlardı. Fakat elimizi insafımıza koyup da mü-
zede gezerken "tüylü dinozor" diye bir canlı gördüğümüzde "Ne
oluyor?" diye soramıyorsak, bir sorun var demektir.
Microraptor gui'ye17 bakalım ... Milyarlarca yıllık bir canlılık sü-
reci ... Yaşayan canlıların %99.5 kadarının soyu tükenmiş ... Kalan
canlı türlerinin sayısı bugün milyonlarla ifade ediliyor. İnsan bu
"tür"lerden sadece biri... Burada düşünenler için ibretler yok mu-
dur? Her şeyden daha önemlisi, "evrim" ile sorunu olan birinin,
elinde daha iyi bir açıklama yahut fikir olmalı ... Yoksa sorun ne-
rede? "Hepsi yaratıldı" demek, hiçbir şey dememektir. Her zerreye
hakim olan bir Allah kavramına inanılıyorsa, zaten esen her rüz-
gardan titreşen her bir moleküle kadar her şey her an yaratılmak-
tadır. Varsa, biyolojik evrim de bundan ayrı değildir ...
Anne karnında safha safha gelişen insan, "yaratılmıyor" mu
yani?
Yaşadığımız sorun aslında materyalist dünya görüşü ile inancımız
arasında. Ve biz "evrimi" bir yana ittiğimiz, onun üzerinde aklet-
meyi bıraktığımız için Allah muhtemelen bu muhteşem tefekkür
vesilesini bizim elimizden alarak, bizden daha çalışkan olanların
eline verdi. "Onlar" da bu verilerle istedikleri gibi oynuyorlar, bize
uzaktan seyretmek düşüyor. Evrimin "kendi kendine oluş" mesele-
siyle ilgili sorun yaşamayı elbette anlıyorum. Bilimsel olarak nasıl
olduğuna dair fikrimiz olan herhangi bir şeyden, "kendi kendine"
ve "rastgele" oluyor anlamını çıkartmak eblehliktir. Böyle bir olu-
şun "rastgele mi, yoksa amaçlı mı" olduğu, bilimin tespit edebile-
ceği bir şey değildir. "Anne karnındaki embriyo genetik kodlarla
kendi kendine oluşuyor" saptamasına küsüp embriyolojiyi boşla-
mıyor, kadın-doğum hekimlerine güvenmeye devam ediyorsak,
canlılığın bu dünyadaki yaratılışı meselesine de farklı muamele
etmemiz anlamsız.
Bu mesele hepimizin belli bir zihinsel seviyeyi aşması için gerekli.
"Şöyledir" veya "böyledir" deme kolaycılığından ve Allah'ın kitabı
adına bilmişlik taslayanlardan özellikle uzak durarak, Allah'ın
"kevni" ayetlerinden bihaber insanların bilime dair mevzularla il-
gili masa başı fetvalarına sırtımızı dönerek, kainattaki en büyük
gizem üzerinde düşündüğümüzün bilinciyle, derinlemesine düşün-
meye değer. Üzerinde tefekkür edilen şeyin, milyarlarca yıl süren
ve halen devam eden, eşref-i mahlukata bu alemi hazırlayan ve
büyük kısmı gayb perdesi altında gizli kalmaya mahkum bir des-
tan olduğunu unutmamalı. İmtihan büyük ve halen devam ediyor ...
• Allah'ın yaratmak için evrime mi ihtiyacı var? İnsanı yok·
tan var edemez mi?
Allah'ın yaratmak için hiçbir nedene ve hammaddeye ihtiyacı yok-
tur. Fakat buna rağmen Kur'an-ı Kerim'de insanın yaratılışından
bahsederken "çamurdan", "sudan" ve "bitki gibi yerden bitirmek-
ten" bahsedilir. Bunların tamamı hem "hammadde"lerdir hem de
"dünyevi hammaddeler"dir. Bu maddeler aynı zamanda (modern
biyolojinin de bildirdiği gibi, insan da dahil) "tüm" canlıların or-
tak maddesel temelidir.
Yine, Allah her bir anı yeniden yaratır ve icat eder. Fakat bu dün-
yadaki tüm yaratımları bir sebepler perdesi ardına gizlediğinden
de sıklıkla bahseder. Her şeyi "Hak ve hikmete uygun" bir biçimde
yarattığının garantisini vererek, kendi koyduğu fizik kanunlarıyla
bu evrendeki yaratma (halk) sürecini -kısmen- anlaşılabilir süreç-
lere bağlar. Kainatta olan her şey, adına fizik dediğimiz bir neden-
ler silsilesine bağlıdır. Bu nedenlerin büyük bir çoğunluğunu he-
nüz anlamaktan uzağız, ancak çok küçük bir kısmını biliyoruz ve
çoğunu belki de hiç bilemeyeceğiz. Fakat buradaki her şey, fiziksel
olarak "bilinebilir" temellere dayanır. Bunu bizzat Allah, Kur'an-ı
Kerim'deki yaratılış ayetlerinde ifade eder (6 günde yaratma, ça-
murdan halk etme vs.). Demek ki Allah, kendisinin böyle bir şeye
ihtiyacı olmamasına rağmen, bize bir şeyler anlatmayı murat ediyor.
Sorun şu: O'nu (c.c) sağlam bir kafayla dinleyebiliyor muyuz?
• insanın yaratılması için Allah neden milyarlarca yıl bek-
lemek zorunda olsun? Bu dediğiniz her şeye kadir bir Ya-
ratıcı inancına aykırı değil mi?
Sorunuzu değiştirip şöyle sorayım: "Allah neden bir kediyi (yahut
tek hücreli bakteriyi) yaratmak için milyarlarca yıl beklemek zo-
runda olsun?" Eğer sadece bu "çevirme" işlemi soruyu yeterince
saçmalaştırmadıysa, ilave açıklamalarım da olacak:
Bu evrendeki her şey gibi zaman da bir yaratıktır, yaratılmıştır.
Allah'ın bize bildirdiği üzere, Allah zamandan ve mekandan mü-
nezzehtir, onlarla kayıtlı değildir. Şu satırı okurken geçirdiğiniz
birkaç saniye, sizin anne karnında geçirdiğiniz dokuz ay veya şim-
diye kadar yaşadığınız ömür ne ise, milyarlarca yıllık yaratılış sü-
reci de "zamandan münezzeh bir Yaratıcı için" aynı mesabededir,
yani bir "hiç" hükmündedir.
Kur'an-ı Kerim' de "kün fe yekun (Ol der ve o da olur)" ifadesinde
"Hemen olur" gibi bir mana yoktur. Bu kainatta "oluş", yani "yara-
tılış", bir sürece bağlanmış, fizik kanunlarına tabi kılınmıştır. Bu
süreç, sadece zamana bağlı biz yaratıkları bağlar; zamanı yara-
tan için böyle bir "bekleme" zorunluluğundan bahsetmek abestir.
Kur'an-ı Kerim'de defaatle bahsedilen bu "zamansızlık" ve "zama-
nın göreceliği" kavramını fizikçiler yüz yılı aşkın süredir bilirler ama bugünün Müslümanları ne hikmetse bunu bir türlü anlaya-
mıyorlar. Bilgiden uzak kalmak bize nelere mal oluyor, görebili-
yor musunuz?
• İnsanı yaratan Allah'tır ve Kur'an'da nasıl yaratıldığı açıkça
yazılmıştır. İnsanın çamurdan yaratıldığım ve ruh üflene-
rek dünyaya gönderildiğini biliyoruz. Siz hala insansılar-
dan, maymunlardan bahsediyor, bunu da Kur'an'la tevil et-
meye çalışıyorsunuz. Neyin peşindesiniz?
İslam inancına göre insanı ve her şeyi, hatta şu andaki her bir oluşu
yaratan Allah'tır. Eğer sadece insanı yarattığını düşünüyorsanız,
dinimiz farklı olmalı. Allah, Kur'an-ı Kerim'de "İnsan, henüz adı anıl-
maya değer bir şey değilken üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi
mi?" (İnsan, 1) diyor. Eğer okursanız, insan diye bir "varlığın", he-
nüz adına "insan" denemez durumdayken üzerinden çokça vakit
geçmiş olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Çamurdan/balçıktan/
sudan yaratılış ayetleri insanın yaratılışına ilişkin "açık" olarak
hiçbir şey anlatmaz. Zira Kur'an, bir biyoloji kitabı değildir. Eğer
dediğiniz gibi "açık ve aşikar" bir anlatım olsaydı, Allah'ın -haşa-
bir heykeltıraş olduğunu (Hicr 26), nefes alıp verdiğini (üflemek;
Hicr 29), iki eli olduğunu (Sa'd 75) ve daha birçok "tuhaf" şeyi an-
lamamız gerekirdi. Kur'an'ı okurken lütfen biraz daha dikkat ...
Sorunun son kısmına gelince, hakikat dışında hiçbir şeyin peşinde
değilim, bunu herkese de tavsiye ederim.
• Milyarlarca yıldır hiç değişiklik göstermemiş canlıların
fosillerine ne diyeceksiniz? Evrime en büyük darbe bizzat
karşınızda duruyor.
Bu ilginç itiraz, son birkaç yıldır dillerde gezer ve kusura bakma-
yın ama bu, sevmediğiniz bir adamın başkaları tarafından yapıl-
mış bir heykeline çekiçle vurarak "Onun fikirlerini çürütüyorum"
demeye benziyor. Evrim kuramlarının "Milyarlarca yıldır değiş·
meyen hiçbir canlı yoktur" dediğini yahut "Her canlı değişerek
başka bir tür olacaktır" dediğini nereden duydunuz? Bunu hangi
evrim biyolojisi kitabından okudunuz? Evrim biyolojisinin böyle
bir dayatması yoktur.
Genel geçer evrim anlayışında, canlılarda meydana gelen değişik-
likler, ortama uyum sağlamalarını ve üremelerini kolaylaştırıyorsa,
o canlılar daha çok hayatta kalır ve kuramsal olarak milyonlarca
yıl boyunca biriken bu değişimler, bir noktadan sonra farklı bir
türün ortaya çıkmasına vesile olabilir (bunu görebilen hiç kimse
yoktur şimdiye kadar). Fakat bir canlı türü, mesela bir akrep türü,
yaşadığı ortamlarda gayet başarılı bir şekilde hayatta kalabilecek
teçhizata sahipse meydana gelen değişimler onu etkilemez, biyo-
lojik olarak başarılı olduğu için soyunu sürdürmeye devam eder.
Kaldı ki "Milyarlarca yıldır değişmemiş" dediğiniz canlıların bir-
çoğunu eğer genetik ve moleküler açıdan inceleyebilirseniz, eski
kalıntılarla bugünkü örnekleri arasındaki farkları daha açık bir
biçimde görebilirsiniz.
Günümüzde yaşayan binlerce çekirge yahut yumuşakça türünden
öyleleri vardır ki dışarıdan bunların "farklı canlılar" olduğunu ayırt
etmeniz mümkün değildir fakat bunlar aslında insan ve goril gibi
farklı türlerdir, birbirleriyle çiftleşemezler ve genetik yapıları te-
melden farklıdır. İşte bu yüzden, sırf görünüşlerine bakarak "Mil-
yarlarca yıldır değişmemiş canlı buldum" demek, biyolojik açıdan
çoğu zaman safsatadan öteye gitmez.
Yine tekrarlayayım; tüm bilimsel, özellikle de biyolojik açıklama-
lar gibi Evrim Kuramı'nda da elbette büyük boşluklar vardır. Fakat
Evrim Kuramı, henüz hakkıyla göremediğimiz bir gerçeğin meka-
nizmasını açıklamaya çalışır: Canlılar "aynı" hammaddeden, aynı
programla yapılmıştır. Bu gerçeği -ne kadar gözünüzü kapatsanız
da- bir gün siz de görmek ve "nedenine" kafa yormak zorunda ka-
lacaksınız. Tabii eğer "anlamak" gibi bir niyetiniz var ise ...
• Evrimle (yani bilimle) inancı bağdaştırmaya çalışmak ta-
mamen zaman kaybı. İkisi farklı şeylerdir. Harcadığınız
vakte yazık.
Tamamen "size öyle geliyor". Siz bu işle vakit harcamazsınız, olur
biter. İslam'da "din bilgisi" ve "dünya bilgisi" diye bir ayrım yok-
tur. İster bilim adamı ister ilahiyatçı olsun, tüm inananlar "Allah'ın
ayetleri" üzerinde bir şekilde çalışır. Bu da din ve bilimi "aynı ger-
çekliğin" paydaşları yapar. Din ve bilimi ayıran şizofreni, Batı ve
Kilise kaynaklıdır ve şahsen benim, bu ruh hastalığıyla herhangi
bir bağlantım yoktur.
• Neden sadece evrimi konuşuyoruz? Diğer teorilerden ne-
den bahsedilmiyor?
Müsaadenizle, sorunuza bir soruyla karşılık vereyim: Canlılar dün-
yasına şöyle bir bakınca (ama gerçekten bakınca, masa başında
veya İnternet önünde otururken değil) başka ne tür bir alternatif
görüyorsunuz? Bilim adamlarının dediklerini bir kenara bırakın,
etrafınıza ve canlılara kendi gözünüzle baktınız mı hiç? Bakabi-
lirseniz, "akrabalık" dışında hiçbir şey göremeyeceksiniz. Eğer ta-
biata inceleyip de bunun dışında bir şey görebilen varsa buyurun,
ömür boyu o görüşü savunmaya hazırım.
Burada, "Hepsini Allah yarattı" argümanı son derece kolaycılığa
kaçmaktır, sizi de beni de Allah yarattı ama milyonlarca insan
neslinin gelip geçmesini, anne ve babamızın tanışmasını, o sperm
ve yumurtanın birleşmesini ve dokuz aylık bir hamilelik sürecini
beklememiz gerekti. Bu dünyada, bizzat Allah'ın koyduğu kanun-
lar gereği, hiçbir şey "pat" diye olmuyor. Sebepler arkasına gizle-
niyor. Gizleniyor ki iman edenle etmeyen ayrılsın ...
Özetle: Dünyayı anlamadan onun hakkında konuşmasak çok daha
iyi olur. Bir ara evrime alternatif olarak "akıllı tasarım" mevzu-
unu hepimiz çok sevdik. Neydi bu? "Canlılar alemindeki bazı şey-
ler daha basit bileşenlerine indirgenemez, dolayısıyla 'indirgene-
mez karmaşıklığa' sahiplerdir. Böylece ancak akıllı bir tasarımcı
tarafından tasarlanmış olabilirler" şeklinde özetlenebilecek bir id-
dia idi. Bunu sevdik ama argümanın hemen peşinden gelen sorunu
çok azımız gördük: Bir şey "indirgenemez karmaşıklık" özelliği
göstermiyorsa, "akılsızca" mı tasarlanmıştır? Yahut kendi kendine
mi olmuştur? İslam inancında bu kainatta kendi kendine olan her-
hangi bir şeye yer var mıdır? Elbette yoktur! Dolayısıyla, akıllı ta-
sarımı kabul ettiğiniz anda, onun zıt anlamlısı olan "akılsız var
oluşu" da kabul etmeniz gerekir. Ben böyle saçma bir şeyi kabul
edemem. Dolayısıyla, en azından bir Müslüman için, akıllı tasarım
bir safsatadan ibarettir. Zira İslam inancına göre bu kainatın her
bir atomu, kuarkı ve her bir zerresi, ancak "akıllı ve amaçlı bir ya-
ratımla" var olabilir.
• Evrimle ilgili görüşleriniz İslam'a ne gibi bir katkı sağlı-
yor? Bence İslam'a güç verme açısından tam bir fiyasko.
İslam'a güç kazandırılmaz, İslam hakikat ise bütün güç onundur.
Derdimiz, aklımıza ve idrakimize güç vermek olmalı. O zaman her
şeyimiz güçlenir. Bugün zayıf olan İslam değil, Müslümanlardır. Bi-
lim ve bilgi ile bağlantısını tekrar kurmadan da bu zafiyetten asla
kurtulamayacaklardır.
• Madem bütün canlılar evrim geçirdi, bugün neden evrim
göremiyoruz?
Evrim, eğer jeolojik kayıtların doğru olduğunu kabul ediyorsak,
milyarlarca yıldır devam eden bir süreçtir. Çok yavaş ilerlemekte-
dir ve birkaç yıllık hayatımızda gözlenebilir bir olay değildir. Can-
lılar bugün de çarpıcı bir hızda değişir ama "bir canlının bir başka
canlıya dönüşmesi" anlamında anlaşılan makro evrim, eğer var ol-
duysa bile, insanlığın bugüne kadar olan toplam macerasıyla bile
izlenebilir bir süreç değildir.
Tekrarlayalım: Bir "evrim" vardır. Fakat bu evrim (gerçek yara-
tılış öyküsü), Darwin'in Evrim Kuramı'na tıpatıp uymak zorunda
değildir. Hala nasıl olduğunu bilmiyoruz. İlk hücrenin nasıl ortaya
çıktığına dair hiçbir açıklamamız yok. Dolayısıyla, bilimin bu ko-
nuda söyleyebilecek çok fazla bir sözü yok. Ama aynı şey "kütle-çe-
kim" meselesi için de geçerlidir. Halen boşluktaki cisimlerin birbi-
rini "neden" çektiğini bilmiyoruz. Ama böyle bir çekim var ve bunu
görebiliyoruz. Nedenini, nasılını bilmememiz, onu reddetmemizi
gerektirmiyor. Dolayısıyla, "canlıların birbirine bu kadar benze-
diği bir dünyada, sırf mekanizması bilinmiyor diye ortak yaratı-
lışı inkar etmek" akılla bağdaşır bir durum değildir.
• Evrime dair Kur'an'dan nasıl bir kanıt gösterebiliyorsu-
nuz?
Bilimle ilgili mevzulara Kur'an'dan kanıt aranmaz. Bu yaklaşım,
yöntem olarak tam bir felakettir. Kur'an-ı Kerim, ana mesajı itiba-
riyle insana her zaman dünya üzerindeki yaratılmışları örnek ve-
rir. Bunların "yaratılış ayetleri (kevni ayetler)" olarak zikredilmesi
boşuna değildir. Allah, Kur'an'da, etrafımızdaki canlı ve cansız ya-
ratıklara (kuş, arı, inek, incir, zeytin, dağlar, yerler, gökler vs.) sü-
rekli olarak dikkatimizi çeker ve "dünya hakkında bir şeyler öğ-
renmeye" yönlendirir. Eğer siz, Kur'an'ın açık bir emri olan "ilim
yapmayı ve dünya hakkında bilgi toplamayı" bırakıp bu tip bilgi-
leri Kur'an'da ararsanız, Kur'an'ın temel mesajına taban tabana zıt
bir iş yapmış olursunuz. Kur'an bize cennetin ve Rıza-yı İlahi'nin
yolunu gösterir, bilimsel konularda kopya vermez. İnsanlar ara-
sındaki yarış ise hakça bir yarıştır ve Allah hiçbir kuluna (ateist
de olsa, bilmem ne de olsa) farklı ve adaletsiz muamele etmez. En
azından İslam'a göre bu böyledir.
• Ateist ve maddeci bilim adamlarının kuramlarını neden
böyle içtenlikle savunuyorsunuz? Bu nasıl Müslümanlık?
Şöyle: Siz hiç son 300 yıldır, tabiatı gezip de "Allah bu canlıları na-
sıl yaratmış" diye bakınan yahut moleküler biyoloji laboratuvar-
larında yaratılışın sırlarını merak eden bir Müslüman bilim ada-
mıyla tanıştınız mı, ismini duydunuz mu? Son 10-15 yılda sayıları
tek tük artsa da, İslam inancına sahip bilim adamlarından böyle
"zor" mevzularla ilgili neredeyse hiçbir katkı göremezsiniz. O za·
man biz kimin çalışmalarını ve bulgularını konuşacağız?
Ampulü, bilgisayarı, kozmolojik bilgileri, kuantum fiziğini ve diğer
birçok bilgiyi ekseri "ateist" bilim adamları yahut mucitler icat et·
miş olmasına rağmen bunları itirazsız kullanıyorsunuz. İş evrime
gelince, nedense Darwin ve diğer evrim biyologlarının materya-
listliği aklımıza geliveriyor. Onlar maddeye bu kadar ehemmiyet
verip araştırmasalardı, haliniz nice olurdu farkında mısınız? Al-
lah adildir. Çalışana karşılığını verir. Batıl itkilerle de olsa Batı
dünyası, madde üzerindeki çalışmalarının karşılığını aldı ve al-
maya devam ediyor.
İslam dünyası ise kendisine bizzat emredilen "ilim" konusunu başka
medeniyetlere terk ettiği için bugün ziyadesiyle tokadını yiyor. Biz
kendi halimizi değiştirmedikçe Allah da bizim durumumuzu de-
ğiştirmeyecektir ve bize bunu peşinen söylemektedir (Ra'd, 11).
Ateist ve inançsız bilim adamlarının çalışmalarından rahatsızsa-
nız buyurun üniversiteler, okullar, laboratuvarlar emrinizde, he-
men başlayın. Yoksa susalım, zira ayıp oluyor ...
• Canlıların birbiriyle olan benzerlikleri ve ortak yönleri ol-
ması çok doğal. Zira bu, hepsinin tek elden çıktığını, aynı
yaratıcının eseri olduğu belgeler. Tıpkı Mercedes marka
tüm otomobillerin aynı üretici, mühendis, tasarımcı tez-
gahından çıkması gibi. Evrime delil olamaz.
Bininci kez söyleyeyim: Yıldızlar ve gezegenler de aynı yapıda ve
maddedendir, onlar da mı müstakil olarak ve "pat diye" yaratıl-
mış? Gezegenlerin, yıldızların birbirinden nasıl oluştuğunu görü-
yorsunuz, bu Allah'ın kudretine gölge düşürür mü? Canlılar ara-
sında bu kadar benzerlik varken olası bir akrabalığı hangi kanıta
dayalı olarak reddediyorsunuz? Size 8000 farklı çekirge türünün
ayrı ayrı yaratıldığını düşündüren "kanıt" nedir? Bana ve evrime
kanıt sormadan önce kendinize soruyor musunuz "Kanıtım ne?"
diye? Kur'an demeyin, zira orada öyle bir şey yok.
• İslam kaynaklarında bütün canlıların ayrı ayrı yaratıldığı
açıkça belirtiliyor. Siz neye dayanarak hem Müslüman hem
de evrimciyim diyorsunuz?
Öncelikle "Evrimciyim" diye bir şey söylediğim vaki değildir, bu
benim mesleğim değil. Ayrıca evrimci diye bir şey de yok, evrim
biyoloğu falan var belki.
İkinci olarak, canlıların ayrı yaratıldığı nerede belirtiliyor? Kur'an-ı
Kerim'de bu yönde hükümler olması bir yana, tam aksi yönde ("Bü-
tün" canlıların sudan yaratılması, hepimizin "tek bir" nefisten ya-
ratılması, bitki gibi yerden bitirme, bir damla sudan yaratma vs.
gibi ifadelerle) birçok beyanat bulunur. Lütfen, Kur'an'ı "ezberle-
tilmiş dublajlarla" seslendirmeyi bırakın ve açıp okuyun. Çünkü o,
size de inmiş bir uyarıdır ...
• Müslümanların 'yaratılışa ve canlıların oluşumuna dair
bir kuramı yok' demişsiniz. Kur'an'da her şey yazıyor, açıp
okuduğunuzda göremiyor musunuz? Müslümanların başka
kurama ihtiyaçları var mı?
Kur'an'da ne yazıyor? Yaratılışa dair, dışarıdaki gözlemlerinizle
örtüşebilen nasıl bir ilham alıyorsunuz? Evrenin oluşumu, yıldız-
ların teşekkülü, kalbimizin atışı, depremlerin mekanizması, ku-
antum fiziği gibi konularda Kur'an'dan ne öğrenebiliyorsunuz? Ba-
tılı bilim adamları bir şeyleri keşfettikten sonra "Bu gerçek, 1400
yıldan beri Kur'an'da var zaten!" diye tembellik yapmak dışında,
Kur'an'dan nasıl bir bilgi elde edebiliyorduk şimdiye kadar?
Kur'an bir bilim ve teknoloji kitabı değildir. Elbette "hayat ve ha-
kikat" kitabı olması açısından gerçeklere birçok atıf bulunur ve
bulunacaktır ama Kur'an'ın temel işi fizik, kimya, biyoloji konu-
larında "tüyo vermek" değildir. Kur'an, insanın insan olması için
inmiş bir rehberdir ve bu rehberin her yerinde de "akıl" ve "araş-
tırma" önerilir. Ama biz her nasılsa Kur'an'a bakarak bunu göre-
meyecek kadar körleşmişiz ...
• (İslam'la evrimin ters düşmediğini savunmak) jön-İslam-
cılıktır; hatta o da değil, yeni bir din yaratma çabasıdır.
Şimdiye kadar çamur atmaya çalışmışlar, becerememişler,
"Biz en iyisi mayasını bozalım" durumudur, bilinçli ya da
değil ... Din sahibinindir, koruyacak olan da O'dur.
Burada sadece şu ayeti söyler ve çekilirim: "Ne zaman onlara: 'Al-
lah'm indirdik/erine uyun' denilse, onlar: 'Hay1r, biz, atalanmızı üzerinde
bulduğumuz şeye (geleneğe) uyanz' derler. (Peki) Ya atalarmm akit
bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara, 170)
Bu ayetin sadece müşrikler için bir şeyler söylediğini düşünen-
lerdenseniz, müthiş bir yanılgı içinde olduğunuzu söylemeliyim.
Aman dikkat!
"lnsan, hayreti ölçüsünde bilgedir ... "
Mehmet Salah
152
İki başlı bebekler doğduğu zaman hayret ediyoruz, normal bir in-
sanın dünyaya gelmesi çok sıradanmış gibi...
Bungee-jumping gibi uç sporları yapanlara hayret ediyoruz, ta-
vanda yürüyen sinek basit bir iş yapıyormuş gibi...
Belgesellerdeki hayvanlara hayret ediyoruz, sanki sokaklardaki
kediler ve köpekler çok sıradanmış gibi. ..
Bilgisayar dünyasındaki gelişmelere hayret ediyoruz, hepsinin çık-
tığı yer olan beynimiz çok basitmiş gibi...
Kocaman gökdelenlerin inşasına hayret ediyoruz, asırlık çınarlar
çok sıradanmış gibi...
Bir ressamın benzetmesine hayretler ediyoruz, doğadaki asılları
çok basitmiş gibi. ..
Çiçekli ağaçların güzelliğine hayret ediyoruz, ezip geçtiğimiz di-
kenler çirkinmiş gibi ...
Ölüme hayret ediyoruz, yaşamak çok sıradan bir "hak"mış gibi...
153
Nefes aldığının farkında olan insan, o nefesin boş laflarla tüke-
tilemeyecek kadar kıymetli olduğunun farkına daha kolay varır.
155
"Her şeyi ezbere bilmek, bilmek demek değildir."
Montaigne
162
Falanca mankenin son sevgilisini, en son parfümleri, en son tekno-
lojik ürünleri vs. takip etmeyi kendimize esas iş edinirken Bertrand
Russell, Mevlana, Dede Korkut gibi akil insanların haklı serzeniş-
lerini anlama gayretini "diğerlerine" bırakıyoruz.
164
Kendini bilen insan "parayla satın alınabilecek kadar değersiz" şey-
lerin peşinde ömrünü tüketemez. Kendini bilen insan ...
165
"lnsan zihni, yeni bir fikre bedenin
yabancı bir proteine davrandığı gibi
davranır, onu reddeder. .. "
Peter Medawar
168
"Bilmediğini bilmek en iyisidir.
Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır."
Lao-Tzu
226
Ne çare ki insanoğlunun tarihi, tarihin hemen her döneminde, elin-
deki bilgiyi "nihai" zannetme yanılgısına düşmesinden kaynakla-
nan büyük hatalar zincirinden ibaret gibi görünüyor ...
275
"Birçok şey gibi maalesef kitaplar da artık kısa vadeli birer tüketim
maddesi haline geldi, getirildi. Ne yapalım? Popüler kültür bizi buna
zorluyor, modern çağ böyle istiyor! Ne istiyor? 'Kitaplar kapanır
kapanmaz içindekiler unutulsun' istiyor."
Cemil Meriç
279