Gönderi

Ey filbahriler eğiminde yasladığım levhaların en mukaddem çivisi! Hangi ayrılık bu kadar acıtır gözleri? Hatrımdaki dün hatrında mı? Hani İstanbul'dayım bundan dört yıl evvel, ilk hicran gövdemize mıhlanmış. İlk şehirlerin ayrılığı, ilk firak heybemizde. Hani senin fesleğen yapraklarına en ihtiyaç duyduğun bir zamanın canhıraş uzleti; benim, gitmenin en derin en çaresiz hüznü... Sonrasında sen başka, ben yine başka şehirde, ayrılığın eline tutuşturduğumuz belki beyhude visalde. Gün bugün yine alışılmış hicran, fakat giden sen. Çehremizde tuhaf izler, dostluğun ellerinde söğütten şiirler, bir yandan inanıyorum bekliyor bizi filbahriler. Biliyorum bekliyor belki bizi kurşuni renklere boyanmış kapalı dehlizler. Dost! "Göğün tüllenen kızıllığı laciverde koşarken" durdur zamanı. Gün yıkılıp gitmeden, hüznünün serinliği çökmeden dursun zaman. Durdurduğun zamanda da iyi ol, dönme geri şu yokuşta direnen yalnızlığa. Dönme! Ama bil, ben durdurduğun zamanın yalnızlığında da, akıp giden dünyanın yorgunluğunda da yanıbaşındayım. Dostum, Muhlise Nur Bolat'a ithafen...
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.