Seni vurmuşlar Yusuf’cuğum ama şiirlerinle kanat çırpıyorsun içimizde.Bir şiiri siz mi okursunuz, yoksa şiir mi sizi okur?
Daha yirmi beş yaşında iken bu dünyadan ayrılan Arkadaş Zekai Özger… Yaşasaydı kim bilir daha neler anlatacaktı bize. Ben okudum, okurken O’nla konuştum, O’nu hissettim. O ise şiirlerinde annesi ile konuştu:
“-Ana bana kurşun dök.
Dua oku. Üfle ana.
Ana ben daha çok küçüğüm.
Bana ninni söyle ana
Yalnızım. Bunu hep söylüyorum.”
Evet, o daha çok küçüktü, yirmi üç yaşındaydı. “Gün ölümle başlatıyor hayatı, her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor.” dedi bir şiirinde ve 24 Ocak 1971 tarihinde SBF yurduna yapılan polis baskını ve gözaltı sırasında işkenceye varan dayağa maruz kaldı, başına ağır darbeler aldı. Aradan iki sene geçti ve bahsettiği o şafak bu kez kendi bedeninin üzerine doğdu. Bir sokak ortasında bulundu Arkadaş, beyin kanaması dediler ama arkadaşları ölümünü iki sene önce aldığı ağır darbelere bağladı.
Ben bazen kendi ölümümü düşünürüm, öldüğümde ‘geride ne bırakacağım’ derim. Arkamda bıraktığım birkaç fotoğraf dışında ne? Bir anne, bir kardeş, bir iki dost senin için yürekten yanacaklardır ya sonra? Yüz sene sonra hepimiz ölmüş olacağız, hangilerimiz hatırlanacak? Sanat ile, edebiyat ile, bilim ile, iyilik ile gerisinde güzellikler bırakmış insanlar hatırlanacak sadece, onlar yaşamaya devam edecek. Tüm bunları düşününce ve Arkadaş’ı okuyunca, bu erken ölüm daha da üzdü beni, aynı Oğuz Atay’ın, Didem Madak’ın, Nilgün Marmara’nın, Sabahattin Ali’nin erken ölümleri gibi.
Bazıları şiiri kelime cambazlığı diye düşünür. Ama biz zaten her şeyi süslemez miyiz? Dışımızı süsleriz, evimizi süsleriz, yediğimiz yemeği süsleriz. Kelimeleri süslemek içlerinde en maharet isteyeni, çünkü içten gelmeli, öğrenerek yazılmaz bir şiir. Ve bir şiir ruhu besler, kimileri buna kalp der kimileri zihin. Adının ne olduğu mühim değil ama ortak paydamız bizi doyuruyor olmasıdır. Bazen birinin gözlerinin içine bakmaktan, başını okşayan bir elden daha samimi ve sıcak gelir bir şiir, okuduğunda içini yumuşatır. İşte bu yüzden şairler benim için ayrı kıymetlidir. Hani bir söz vardır; “Nerede bir türkü söyleyen görürsen, korkma yanına otur... Çünkü kötü insanların, türküleri yoktur! “ Ben aynı şeyi şairler için de düşünürüm, çünkü onlar mustarip bir ruha sahiptirler ve bir tek yazarak soluklanırlar. Soluklanmanın, içini dökmenin en masumane hali bir şiir.
“çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını”
O kötülüklerin içinde iyiliğe abone bir kalpti. Yalnızdı, “yalnızlık yenilmeyen gladyatör”dü onun için, sevgi ise “bir tragedyanın kaynağı, yaşamın kökeni, insanı var kılan umut”du. Annesi ile konuştu ama sadece şiirlerinde… “Anneme söylemeliyim, beni yeniden doğursun.” dedi ve şimdi şiirleri ile binlerce kez doğuyor içimizde.
“yetmiyor
gökyüzü
bulut
kuşlar
yetmiyor yaşamak bile
bir şey eksik
söyleyebilsem
anlasanız
bilseniz
bir şey eksik”
Yirmi beş yaşında veda edeceğini hisseder gibi yazmış, yetmemiş yaşamak…
“Yusufçuğum
kanadından mı vuruldun
ben vuruldum.”
Seni vurmuşlar Yusuf’cuğum ama şiirlerinle kanat çırpıyorsun içimizde.