Gönderi

MHP iddianamesi "MHP ve ülkücü kuruluşlar ana davası"nın iddianamesinde MHP faşist bir silahlı örgüt olarak tanımlanıyor ve Ülkücü Hareket'in devleti ele geçirmek istemesinden şöyle bahsediliyordu: Yapılan hazırlık soruşturması sonucu, ele geçen kanıtlar, sanık ve tanıkların anlatımları karşısında, yasal görünüm içindeki MHP ve yan kuruluşları olan çeşitli ülkücü derneklerin içinde yurt düzeyinde merkeziyetçi, organize ve totaliter bir silahlı cemiyet oluşturulup, vatandaşları başlıca ülkücü, komünist diye ikiye bölerek tek yönlü şartlandırılmış, yetiştirilmiş kişiler aracılığıyla, Türk halkını birbirine karşı silahlandırıp, toplu kıyıma özendirip, yönlendirdiği; mevcut otoritenin kamu güvenliğini sağlayamadığı izlenimini yaygınlaştırarak, bunun yerine cumhuriyetçilik ve demokrasi prensiplerine aykırı, devletin tek bir kişi tarafından idare edilmesi amacına yönelik, anayasal düzenin zor yoluyla değiştirilmeye kalkışıldığı anlaşılmıştır, ... Geniş olarak açıklandığı şekilde, MHP ile yan kuruluşları ülkücü dernekler içinde oluşan silahlı faşist ve ırkçı çetenin yasadışı uğraşı ve çabaları nedeniyle, MHP'nin yasal yollar dışında devlete egemen olma özlemi ortaya çıkmaktadır. Parti bir sembol bir göstermedir, ... Seçimle, zaman süreci içinde iktidar olamayacaklarının doğurduğu huzursuzluk, karamsarlık ve bir ölçüde de telaş içinde, yasal yolları zorlayarak, gerek devlet ve gerekse Türkiye ortamında uygun vasatı oluşturmak, kadrolaşmayı sağlamak, diğer yandan da bu kadronun bilinçlenip örgütlenmesinin ve silahlanmasının desteğinde, kısa zamanda etkin ve devlete egemen olmak idealleridir. (Yanardağ, 2002: 245-247) İddianamede Türkeş için, "iktidarı ele geçirmek için siyasi parti içinde yer alarak Genel Başkanlığa kadar yükselmiş, bir yandan Anayasa ve yasalar çerçevesinde tanıtma, propaganda, seçmen toplamak işlerini yürütürken, bir yandan da, yönetimi ele geçirip, yukarıda belirtilen düşünceleri yönünde bir devlet düzeni getirmeyi amaçlamış, bu amaç uğruna kurduğu örgütlenmeyle Türkiye ahalisini birbiri aleyhine toplu kırıma götürmüştür," deniliyordu. İddianameye göre MHP'nin "milliyetçi-toplumcu doktriniyle demokrasinin uzlaşması mümkün değil" di ve gaye "devletin, ödün verilmeyen tek lideri olan Başbuğ yönetiminde tüm kadroların ülkücüleştirildiği bir ortamda ele geçirilmesi"ydi. MHP parti adı altında faaliyet gösteren ve "demokratik ilkelere yabancı, kişi hak ve özgürlüklerine karşı" olan bir örgüttü ve "devletin tek lider başbuğ Türkeş tarafından yönetilmesi"ni ve "devletin tüm gücünün egemen ve etkin ülkücü-milliyetçilerde bulunmasını", yani "tek fert, tek zümre tarafından idaresini" istiyordu. İddianamede Türkeş'ten, "Doğuştan yeteneği olan teşkilatlandırma ve otoriteyi sürdürerek dizginleri elinde tutmayı başarmış, teşkilat içinde tam bir diktatör, yine kendi deyimleriyle Başbuğ olmuştur," diye söz edilmekte, "partinin tüm mal varlığı Türkeş üzerinde, tüm tasarruf yetkisi başkaca hiçbir kimsenin veya kurulun onay ve kararına gerek göstermeyecek şekilde elinde olup, tümünü kendi düşünce ve görüşü doğrultusunda kullanmaktadır," denilmektedir. "Merkeziyetçi sistem içinde parti ve yan kuruluşları ülkücü dernekler, piramidin başı olarak doğruca Alparslan Türkeş'e bağlıdırlar. Parti içinde, etkin ve egemen tek güç, tek otorite olan Türkeş'e değil karşı çıkabilmek, tenkit dahi mümkün değildir." İddianame, Türkeş'in "toplumcu-milliyetçi" tabirinin kullanılmasının faşizmi çağrıştırdığı için yasakladığını söylüyor, ancak Hitler, Mussolini ve Franco'ya atıfta bulunarak bu üç ismin kurdukları düzene benzer bir faşist düzen peşinde koştuğunu açık bir şekilde belirtiyordu: MHP'nin toplumcu-milliyetçi maskesi altında şovenist bir ruhla ırkçılık esasına dayanan faşist bir düzen kurmaya yönelik girişimlerinin olduğu ve sonuçta bu düzeni arzuladığı, genel başkan Alparslan Türkeş başta olmak üzere tüm partililerin ve bu görüş yanlılarının yazdıkları kitap, makale, bildiri ve mektuplardan kesinlikle anlaşılmaktadır, özellikle teşkilat raporları klasöründe yer alan belgelerde görüldüğü gibi alevi-komünist deyimini kullandıkları, böylece yapay olarak, bir bütün olan Türk halkını alevi-sünni, komünist-ülkücü ve sağcı-solcu şeklinde bölerek bu görüşler arasında bir mücadeleye yeşil ışık yaktıkları sezilmektedir. İddianamede Türkeş' in, MHP'nin ve yan kuruluşlarının "iktidar stratejisi" de yine faşizmin tarihine yapılan göndermelerle çok net bir şekilde ortaya konuyor, Ülkücü Hareket'in bizzat kendi elleriyle yükselttiği şiddet karşısında toplumun belli kesimlerinin güvenlik kaygılarına ve otorite taleplerine yanıt vererek iktidara gelmeyi amaçladığı söyleniyordu: Temelde siyasal ve toplumsal düzen üstüne verilen kavga nedeniyle oluşan sağ terörcü örgütler, siyasal ve toplumsal düşünceyi ya da düzeni ihanet, suç ve haksızlık sayarak, o düzeni ya da düşünceyi ve onun temsilcisi saydıkları kişi, örgüt ve kurumları ortadan kaldırmak isterler. Bu sistemli ve örgütlü yıldırma eylemleri, geniş yığınlarda bir otorite boşluğu yaratmak ve bu ortamda, boşluğu zor yoluyla doldurarak kendini devlete ve topluma egemen kılma amacına yöneliktir. MHP bunun için eğitim, silahlanma, planlama ve örgütlenme aşamalarından geçtikten sonra eylem aşamasına ulaşmış, bu esnada da toplumsal yapı ve devlet içerisindeki gücünü artırmıştır. İddianameye göre parti görünümü altındaki faşist örgüt "Türkiye'yi komünist saldırı ve düzenden kurtarmak maskesi altında" güçlenmiş "güçlü devlet, güçlü iktidar" prensibiyle hareket etmiş, illegal faaliyetlerde bulunmuş, kurtarılmış bölgeler yaratmış, kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımamış, "lider, doktrin ve teşkilattan ödün verilmez prensibiyle emirde ve eylemde robot, itiraz ve soru hakkı tanımayan" bir örgütlenmeye gitmiştir. Türkeş'in Kenan Evren'e "arkadaşlarının ısrarıyla" ve "onları kırmamak" için yazdığını söylediği mektuba yakından bakmak, mahkemede yapacağı savunmanın mantığını anlamak açısından önemlidir. Türkeş Ülkücü Hareket'in "her türlü emperyalizme karşı direnci teşkil ettiğini" söyledikten sonra, hareketin yargılanmasının "bu direncin kamu vicdanındaki mesnetlerini" yıkacağını ve ülkeyi "bugünkünden daha beter surette yabancı ideolojilerin açık pazarı haline" getireceğini söylemektedir. Bunun hemen ardından gelen cümleler ise darbe yönetimi ile Ülkücü Hareket arasındaki fikri ortaklığın, yani antikomünizmin altını çizmekte ve bunun devam etmesi gerektiğini söylemektedir: Bizim savunmaya çalıştığımız değerler -ki sizler de onlara dayanıyor ve onları hakim kılmaya çalışıyorsunuz- yabancı emperyalizm ve ideolojilere karşı milletimizin birliğini koruyan, ona hayatiyetini ve haysiyetini veren setlerdir. Siyasi propagandaların maalesef gölgelediği bu gerçek, elbette ki zatıalinizce malumdur, Bu direnç şuur ve inancını tahrip ettirirseniz, her türlü emperyalizmin oluşturduğu barajların önü açılabilir, Çünkü ideolojik sızma ve psikolojik harp asrımızın en büyük gerçeğidir, Böyle bir vebali yüklenmeye ise muhakkak ki hiçbir Türk'ün ne isteği ne de hakkı olabilir. (Tekin, 201 1: 274) Türkeş mektupta Türkiye' de sol hareketin nasıl geliştiğinin bir özetini verir, "Her gün dozu biraz daha artırılarak verilen ideolojik zehirle bir kısım Türk gençleri kendi devletine, kendi bayrağına düşman edildi," der. Okullarda verilen eğitim bu zehir karşısında bir panzehir niteliği taşımamış, devlet gereken tepkiyi göstermemiş ve tam da bu nedenle milliyetçi gençler kendiliğinden bu gidişata müdahil olmak zorunda kalmışlardır: Bir üniversitede İstiklal Marşımız yerine Enternasyonal söylenebiliyorsa, bir meydanda kızıl bayraklar altında miting yapılabiliyorsa ve Türk eğitim kurumlarında Türk milletini var eden kıymetlere alenen tecavüz edilebiliyorsa, bu manzaraları seyreden milyonlarca Türk gencinin hepsi de sessiz kalamazdı. Nitekim bir kısım gençler Türk milletinin yok edilmek istenen değerlerini savunmak üzere yer yer ve bazen maalesef kanunları ihlal etmek pahasına olayların içine karıştılar. Böyle bir karşı koyma hiçbir organizasyonu gerektirmeden, sosyolojik bir tepki halinde kendiliğinden oluyordu. Çünkü, bütünlüğü ile şuuru felç olmamış her sosyal organizma bir savunma refleksi ortaya koyar. Sizler de devletin bütünlüğü, milletin birliği, bayrağın kutsiyeti, demokrasinin güçlendirilmesi gibi değerler uğruna bu hareketi gerçekleştirmediniz mi? Eğer demokratik devlet otoritesi devlet düşmanlarına karşı yerinde ve zamanında kullanılabilseydi ve milli eğitimimiz gençlerimizi milli şuurla teçhiz edebilmiş olsaydı, milliyetçilerin olaya karışması 12 Mart öncesine nazaran çok daha mevzi kalacaktı. (Tekin, 201 1 : 276) Mahkemede yargılananın basitçe kendileri değil, devletin anafikri olan bir düşünce, yani milliyetçilik olduğunu söyleyen Türkeş bu durumun "fesat ocakları ve propaganda merkezleri" tarafından "Türk milliyetçiliğini kamuoyunda mahkum etme fırsatı" olarak kullanılacağını belirtmektedir. Fesat ocakları ile kimin kastedildiği ise açıktır: Komünistler. Türkeş, mektubun devamında bunu şöyle anlatmaktadır: Nitekim niteliği zatıalinizce malum bulunan ve tam bir "beşinci kol" faaliyeti gösteren TKP korsan yayınlarıyla hala bize saldırmakta, hala bizi hedef göstermektedir. Çünkü TKP ilerideki faaliyetleri için kitlelerde milliyetçilik şuurunu, devlete ve demokrasiye bağlılık idrakini güçlendirecek sivil kadroların şimdiden tasfiye edilmesini istemektedir. Zaten 12 Mart'tan evvel öncelikle devlet güçlerini hedef seçmiş olan komünizm ve bölücülük, 12 Mart'tan sonra devleti nötralize etmek için milliyetçilere saldırmıştır. Bu fesat ocakları hem milliyetçileri fizikman imha etmek hem de devletin tepkisini geciktirmek, böylece güç ve zaman kazanmak istemişlerdir. Bu strateji bugünkü şartlarda TKP ve öteki komünist yayınların da yine milliyetçi kadrolara düşmanlık ve onları tasfiye tertibi olarak devam etmektedir. Dünyanın her tarafında komünizm ve bölücülük her zaman yargılanmış ama milliyetçiliği bölücülük ile itham eden milli bir devlet görülmemiştir. (Tekin, 201 1 : 279)
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.