Yok olunca, kendinden ne kalacaktı acaba geriye? Bir-iki insanın, sağsalar anasının babasının, birkaç arkadaşının, belki de Elisabeth’in kafasında, ne kadar yaşayacakları belirsiz, unutulmaya yargılı kırık dökük anılardan başka hiçbir şey! Aynaya baktı. Daha şimdiden tüy gibi hafiflediği, inceldiği, gölgeleştiği, tulumbaların emip boşalttığı bir hücreye döndüğü kuruntusuna kapılmaya başlamıştı. Ne kalıyordu ki geriye? Neye tutunup, nereye demir atabilecek, nereden dayanak alabilecek, hepten yele kapılıp savrulmamak için geçmişle bağlantı kuran ne bırakabilecekti geriye? Hiç.