Kitapların önünde duruyorlardı. Pohlmann sakınarak,
"İstediğinizi alın, " dedi. "Kimi zaman geceyi yenmeye yardımcı olur. "
Graeber başını salladı. "Bana göre değil o. Ama bir şey öğrenmek isterdim: Bu kitaplar, bu şiirler, bunca felsefeyle SA’nın kan dökücülüğü, toplama kampları ve masumların yok edilmesi nasıl oluyor da ters düşmüyor? "
"Aslında ters düşüyor. Aynı dönemde bulunmaları bir rastlantı yalnızca. Bu kitapları yazanlar yaşasaydı çoğu toplama kampında olurdu şimdi. "
Yok olunca, kendinden ne kalacaktı acaba geriye? Bir-iki insanın, sağsalar anasının babasının, birkaç arkadaşının, belki de Elisabeth’in kafasında, ne kadar yaşayacakları belirsiz, unutulmaya yargılı kırık dökük anılardan başka hiçbir şey! Aynaya baktı. Daha şimdiden tüy gibi hafiflediği, inceldiği, gölgeleştiği, tulumbaların emip boşalttığı bir hücreye döndüğü kuruntusuna kapılmaya başlamıştı. Ne kalıyordu ki geriye? Neye tutunup, nereye demir atabilecek, nereden dayanak alabilecek, hepten yele kapılıp savrulmamak için geçmişle bağlantı kuran ne bırakabilecekti geriye? Hiç.