Gönderi

“Babam dünyada iki çeşit insan olduğunu söylerdi,” diye fısıldadı Kaladin, sesi çatlaktı. “Derdi ki can alanlar vardır. Ve can kurtaranlar.” Syl başını yana eğerek yüzünü buruşturdu. Bu türdeki konuşmalar onun kafasını karıştırıyordu, soyutlamalarla arası iyi değildi. “Ben onun haksız olduğunu düşünürdüm. Ben üçüncü bir grubun da olduğunu düşünürdüm. Kurtarmak için öldüren insanlar.” Başını salladı. “Ben bir salaktım. Üçüncü bir grup var, büyük bir grup ama benim sandığım şey değil.” “Ne grubu?” dedi Syl dizine oturarak, kaşları yukarı kalkmıştı. “Öldürülmek veya kurtarılmak için var olan insanlar. Ortadaki grup. Ölmek veya savunulmak dışında hiçbir şey yapamayanlar. Kurbanlar. Ben de bundan ibaretim.” Başını kaldırıp ıslak kereste deposuna baktı. Marangozlar işlenmemiş ahşabın üstüne tenteler atıp, paslanabilecek aletlerini de yanlarında götürerek çekilmişlerdi. Köprücü kışlaları deponun batı ve kuzey kenarları boyunca uzanıyordu. Köprü Dört’ünki diğerlerinden biraz daha uzağa kurulmuştu, sanki kötü şans kapılabilecek bir hastalıkmış gibi. Kaladin’in babasının diyeceği şekliyle temas ile bulaşıcı. “Öldürülmek için varız,” dedi Kaladin. Gözlerini kırparak Köprü Dört’ün hissiz bir şekilde yağmurda oturan diğer elemanlarına bir göz attı. “Eğer zaten ölmüş değilsek.”
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.