Gönderi

Yılkı Atı
Öğleye doğru atlar hem uykularını almışlar hem de doymuşlardı. Aygır'ın kişnemesi duyuldu. Yeniden tepelere yöneldiler. Aygır'ın kişnemesi, Çılkır'ı telaşa düşürdü. Yerinde duramaz oldu. Doru'ya "Haydi yürü" der gibi baktı. Kısrak hiç oralı değildi. Fazla duramadı, tepeye yönelen atların peşinden yürüdü... Doru yine hiç oralı gözükmedi. İkindi olmuştu. Hafiften oynadı. Sonra birkaç adım attı. Ön ayaklan ırmak kıyısının tatlı inişine kaymıştı. Arka ayaklar peşinden geldiler. Kayar gibi aşağı indi. Durdu, durgunlaştı. Batıya kayan güneş, alaca bulutlu gökyüzünde kulaç atıyordu. Fersiz ışıklar düşüyordu Kısrak'ın gözüne... Bir süre sonra gerisindeki ırmağın kıyı dikliğine ve suya baktı. Ağırlaşmış göz kapaklarını kaldırdı. Kendinde olmadan ırmağın suyunda birkaç adım attı. Su, sıcak geldi ayaklarına. İncik boyu batıyordu. Güçlük çekmeden karşı kıyıya geçti, hafif dikliği aştı. Ovanın öbür geçesindeki düzlüğe çıkmıştı. Bitkinliğine rağmen durmak istemiyordu. Hiç bir şey hatırlamıyordu. Arkadaşlarından ayrıldığını, tam ters yola düştüğünü sezinlemedi bile... Ağır ağır yürüdü. Başı önüne eğik, zar zor gidiyordu. Birden gözüne araba tekerleklerinin kar üzerindeki izleri çarptı. Kulaklarını dikti, gözleri ışıklandı, başını yukarı kaldırdı ve adımlarını sıklaştırdı. Bir güç gelmişti üstüne. Kendini bir arabada koşulu gördü. Sağındaki Kırat'ı görür gibi oluyordu. Yan kayışlarını iyice geriyor, göğsünü hamuta iyisinden veriyordu. Araba hafif geliyordu. Boşa benziyordu. Çiftten mi, harmandan mı, kazadan mı dönüyorlardı bilemiyordu? Boyunlarındaki ziller tatlı tatlı sesler çıkarıyordu... Poyralar çın çın ötüyordu. Gemleri gevşek bırakmıştı İbrahim. Yalandan da olsa kamçı bile vurmuyordu. Hafif meyilli yokuş bitti. İnişi iniyorlardı. Yan kayışları gevşemiş, ok kayışları, gemler hafiften gerilmişti. Doru başını dikti. Bu kez de gerisine binen arabayı tutuyor, frenliyordu. Hafiften bir kırbaç vuruldu kıçına. Kırat'la birlikte tırısa geçtiler. Poyraların çın çınları arttı. Ziller daha sık, daha ahenkli sesler çıkarmaya başladılar. Doru, iyisinden keyiflenmişti... Bir dönemeçten sonra karşıda köy göründü. Tek tük, sönük ışıklar çarptı gözüne. Tırısı bozmadan köye girdiler. İbrahim'in evinin önüne gelmişlerdi. Kısrak durdu. Bakışı avlu kapısına doğruydu. İbrahim'in arabadan inmesini, ok kayışlarını, yan kayışlarını çözmesini bekledi. Ama arabadan kimse inmiyordu. Kıpırdamadan duruyordu. Başı dikti, gözleri kapıya çivilenmişti. Böylece bir çeyrek saat geçti. İbrahim bir türlü arabadan inmedi. Başını çevirip yanındaki Kırat'a baktı, göremedi. Hırıltılı bir kişneme attı. Kişnemesi bitmeden orta yapılı bir köpeğin üzerine saldırdığını gördü. Köpek, bütün azgınlığı ile kıpırdamadan atın arka butlarından birini ısırdı. Biteviye havlıyordu. Süreli havlayış diğer köpeklere geçti. Köylüler: - Zahar köye bir yabancı geldi, dediler. Ardı arkası kesilmeyen köpek sesleri Doru'yu kendine getirdi. Güçlükle önündeki kapıya başıyla vurdu. Kapının açılmasını bekledi. Nafile... Her bir yönün yabancısıydı. Işık görünen bir aralığa yöneldi. Ayaklan artık kendisini taşımıyordu. Yerler kısmen kar, kısmen buzdu. Nalsız tırnakları hiç bir ses çıkartmıyordu. Bir otluk çarptı gözüne. Altı kuruydu. Günler öncesi köyünde gecelediği otluk gibiydi. Otluğun altına girdi. Birden ön dizleri ve boynu üstüne yıkıldı. Arka ayaklan yıkılışına uydular. 'Sağ böğrünü soğuk toprağa dayadı ve öylece kaldı. Başı sağ yanına düştü, nerdeyse yere değecekti. Tek şansı vardı. O da, havanın yeniden yumuşaması idi. Hava lodosa çevirmişti. Isı birden yükseldi. Bir yumuşaklık, bir ılıklık başladı. Kısrak, gece boyu kıpırdamadı, kıpırdayamadı. Yavaşlayan soluk alışında hafif hırıltı duyuluyordu. Alaca bulutlu tan yerinde ağarma başladı. Bulutlar pembe pembe gerindiler. Köyün sokakları bomboştu. Birden bir fino köpeği çıktı ortaya. Kısrak'a doğru hırladı, sonra havladı. Üç beş köpek koşuşarak geldiler. Şakadan dalaştılar. Biri Doru'ya yaklaştı. Karın boşluğunu kokladı. Öbür köpekler birden üzerine üşüştüler. Kavgaya tutuşmuşlardı. Gürültülerine birkaç çoban köpeği koştu. İri köpeklerin üzerlerine geldiğini gören finolar çenileyerek sağa sola kaçıştılar. Bu kez ata yaklaşan bir çoban köpeğine diğerleri hırladı. Sonra üzerine saldırdılar. Şimdi de onlar birbirlerine girmişlerdi. Şamata ve gürültüleri çocukları dışarı fırlattı. Beş on çocuk sesin geldiği yöne koştular. Eline taş geçiren köpeklere fırlatıyordu. Kanaralar, çocuk taşlarına boyun eğdiler ve birbirlerine hırlayarak dağıldılar. Meydan çocuklara kalmıştı... Çoğuncası sekiz on yaşında görünüyorlardı. Heyecanla Dorukısrak'a yaklaştılar. Biri: - Gebermiş, dedi. Bir diğeri atladı : - Ne gebermesi, soluğunu görmüyon mu? Atın burun deliklerine baktılar. Biteviye salya sızıyor, aralıklarla sigara dumanı kadar bir buhar çıkıyordu. Sevindiler... At, hiç oralı değildi. Ağırlaşmış göz kapakları aşağı düşmüştü.. Bir cesetti sanki... Bir çocuk Doru'nun karın boşluğuna oturdu. İki çocuk ata biner gibi yana yatmış sırtına bindiler. At sürer gibi sesler çıkarıyorlardı, keyifleniyorlardı. Bir köylü geçiyordu sokaktan. Atla oynaşan çocukları görünce sinirlendi ve bağırdı: -Ulan edepsizler, ulan eşşek sıpaları, ne istiyorsunuz ağzı dili olmayan zavallı hayvandan. Dağılın, siktirin oradan... Çocuklar dağıldılar. Adam ata bir göz attı. "Ha gitmiş ha gidecek" diye söylendi ve yürüdü. Yabancı bir atın bir otluk altında yarı cansız yattığını duyan köylüler umursamaz adımlarla otluğun yanına geldiler. İşsizlikte üç beş laf çıkmıştı hepsine: - İflah olmaz derde düşmüş... - Satlıcana tutulmuş... - Dünyada kalkmaz bu at... - Bir deyyusun gözden çıkardığı zabın... - Duran Çavuş'un misafiri. Leşini sürüklemek Çavuş'a düştü... Otluk onun... -Derisini itağ yapar. -Duran Çavuş sürüklemezse ben sürükler, derisini ben, alırım. - Vayy bu köylü milleti. Hiç iyi olsun iflah olsun diyen olmaz. Hep davulun tersini vururlar. Bir iki söz eden sapıyor, yerine bir iki yenisi geliyordu: -Düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör... -Bu dünyada gavur çok, dinsiz, imansız çok. Merhametsiz çok... -Bu dünyada sapı samanı olmayan da çok. Kış yarı bir kalbur samanı kalmayan da çok... -Yiyeceği bir çeten saman, içeceği derenin suyu. Beli gevşek hayvanı yılkıya bırakmak, ölürsen uğurlar olsun demektir. -Uğurlar olsun... -Şen ne dersin Hıdır Emmi? -İçinizde bu atı ahırına çekip bakacak yok mu? derim. Hiç bir ses çıkmadı. Hıdır Emmi: - İş bize düştü, dedi. Bunca zengin, bunca varlıklı arasında iş bize düştü. Sonra bir gence seslendi: -Bizim Yasin'i sesle. Evden bir yular alsın, Haydar'ı bulsun, sen de gel... Bu sözler köylüleri dağıttı. Birkaç kişi kaldı Kısrak'ın başında... Kısrak'ın toprağa yaslanmış başına yuları geçirdiler. Yeniden beş sekiz kişi olmuşlardı. - Allahını seven tutsun... Kimi Kısrak'ın kulağından, kimi kuyruğundan, kimi kıçından, kimi karın altından tuttu. Biri de olanca gücü ile yuları yukarı doğru çekti. Güçlükle atı aldırdılar. Yıkılmaması için dört bir yönünden tuttular. Bir parça kendisine gelmesini beklediler. Kısrak binbir güçlükle Hıdır Emmi'nin ahırına sokuldu. Hıdır Emmi yaşlı gözüküyordu. Ama dinçti. Atın ahıra getirilişinde en çok güç harcayan o oldu. Ahh, Kısrak bir iyi olsaydı, yeniden yılkıya dönseydi. "Hıdır Emmi bir başka adam" diyeceklerdi. "Allah rızası için elin umutsuz atına baktı. Eledi, beledi, kıt yeygisini yedirdi. Atı iyi etti. Yeniden geldiği yere gönderdi." Bu sözleri duymak istiyordu. Bir de Allah indinde iyi ameldi bu iş...Sevap melaikesi sevap hanesine neler yazacaktı... Kısrak'ı ahırın sıcak köşesine getirmişlerdi. Yaş yere yatmasını istemiyordu Hıdır. Kısrak'ı yıkılmaması için tutuyorlardı. Saman artığı atarak yeri kurulayan oğluna : - Çabuk, dedi. Gönülsüz köpeğin davara gittiği gibi iş görme... Yer hazırlandı. Atı bıraktılar. Kısrak yine pers olur gibi yıkıldı. Sağ yanına yattı. Ayaklarını ve başını uzattı. Başını kaldırıp altına samandan bir yastık yaptılar.» Hıdır Emmi seslendi : - Çabuk saman kaynatın... Eski püskü bir şeyler getirin sırtına... Evden yer örtüsü olan, eski yamalı kilimi, bir araba parçasını getirdiler. Sırtına iyice bağladılar. Bir at torbası bulundu köyden. Saman kaynatıldı. Sıcağı sıcağına torbaya dolduruldu. Ve bir ceset gibi uzanmış atın başına geçirildi. Sıcak buhar, Doru'nun nefes borusundan tatlı tatlı ciğerlerine doluyordu. Hıdır Emmi : - El bizden, sebep Allahtan, deyip ahırdan ayrıldı. Kaynamış samanın sık sık değiştirilmesi gerektiğini oğluna bildirdi. Köyde bir gevezelik başladı: -Hıdır Emmi'ninki de gösteriş... Sanki hayır, sevap bir ona kaldı. -O da biliyor, kısrağın gebereceğini. Gözü derisinde... -İmamlık istiyor, imamlık. Göz dolduracak, iyi dedirtecek kendine... -Bu köylü herkesin altındaki cücüğü bilir...
Sayfa 68 - ÖtükenKitabı okudu
·
100 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.