Gönderi

Bir Menkibe Bir Yorum
“Moğolların Anadolu'yu kasıp kavurduğu yıllardı, Sivrihisar'ın güneyinde Sarıgök yahut Sarıköy diye bilinen bir köy bulunmaktaydı. O köyde doğmuş olan Yunus Emre adında biri var idi. Ekincilikle geçinir, yoksul bir adamdı. Moğol zulmü yetmezmiş gibi bir yıl kıtlık olmuş, ekin bitmemişti. Yunus'u da köylüleri gibi açlık korkusu sarmıştı. Bir çare aramaya başladı. Sonunda buldu. Hacı Bektaş'ın vasfını o da duymuştu. O, kapısına geleni boş çevirmez bir erendi. Yanına gelene nasibi ne ise ne kadarsa onu, o kadar verirdi. Ünü bütün Anadolu'ya ulaşmıştı. “Gideyim ben de biraz bir şey isteyim” dedi. Ehl-i ayâli ile helalleşti. Kağnısını hazırlayıp yola düştü. Yolda aklına geldi ki, o ulu erenin dergâhına eli boş gidilmez. Hemen yanında yöresinde bulunan dağ alıçlarından bir miktar toplayıp heybesine koydu. Vara vara Karacahöyük'e geldi. Hünkâr Hacı Bektaş'a yoksul bir adamım, ekinimden bir şey alamadım, kıtlık, bizi perişan eyledi. İşittim ki; açı doyurur, yoksulu giydirirmişsiniz. Benim halim de böyle işte. Lütfedin, kağnıma buğday yüklesinler, ehlimle ayalimle aşkınıza yiyelim'dedi.Hünkar işaret eyledi,aliçi yediler 40. .... Bu meseleyi şöyle de ifade edebiliriz. En temel gıda maddemiz olan ekmeğin hammaddesi olan buğday, biyolojik hayatımızın devamını sağlayan bir madde olmakla beraber, metafizik çağrışımları bakımından da hayli zenginlik içerir. Buğdayın ekmek olma öyküsüne bakıldığında hasadın ardından önce değirmende un haline getirildiği görülür. Ardından varlığına su ve tuz katılarak yüksek ateşli bir fırında leziz bir yiyeceğe dönüşür. Bu durum, insanın olgunluk sürecine de telmih edilebilecek bir hikâyedir. Buna göre buğday, toprağından ana yurdundan ayrılarak çeşitli makamlardan geçip pişmesi ve yenebilirliğini bu şekilde kazanması, ham ervah bir insanın bir dergâhta geçirdiği irfâni eğitimin safhalarını anlatır. Menkıbeye böyle bakıldığında buğday, Yunus'un kendisidir. Farkında olmadan Hacı Bektaş ocağında pişmeye talip olmaktadır. Şimdi de alıç ya da ahlata “hediye” bağlamında bakalım: Gideceği yere eli boş gitmemek, biraz önce de değinildiği gibi Yunus Emre'nin kişilik yapısını anlamak açısından çok önemlidir. Zira bizim kültürümüzde gidilen yere küçük de olsa bir armağanla gitmek bir gelenektir. Bu anlayışa göre insan ne kadar yoksul olsa da böyle bir eylemde bulunmak ister. Ne var ki o, varlıklı insanlar gibi değeri yüksek armağanlar veremez. İmkânlarına göre, mütevazı bir hediye vermek durumundadır. Hatta bu mütevazı hediyenin bu niteliğini belirtmek için de dilimizde “Çam sakızı çoban armağanı” şeklinde bir deyim/atasözü bile oluşmuştur. Yunus'un armağanı da küçük bir şeydir. Ama taşıdığı değer büyüktür. Davranışı da soylucadır. İşte onun Hacı Bektaş dergâhına alıç götürmesinin ardında böyle bir ruh yüceliği aranmalıdır. Menkibe bu anlamda da gerçekçidir.
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.