CEHENNEM BATAKLIĞINDA YEŞEREN BİR UMUT...Vahşet nedir? Sınırları var mıdır?
Keyifle okuyacağınız bir inceleme yazmayı çok isterdim, size güzel şeyler anlatmayı, tarifsiz duygulardan bahsetmeyi.
Üzgünüm, çünkü 15 yaşındaki bir kız, sokaklarda oyunlar oynaması gereken bir kız, saçlarını annesine ördürüp okula gitmesi gereken bir kız, güzel güzel elbiseler giyip seke seke gezmesi gereken bir kız, kitapta ''elma neydi, tadı nasıl bir şeydi'' diye soruyor ve ruhumdaki pek çok şeyi uçuruma sürüklüyor...
Dita Kraus...
14 yaşında naziler tarafından ailesi ve milyonlarca yahudiyle beraber esir alınıp Auschwitz'e, dünyadaki gerçek cehenneme götürülen, umutları Polonya'nın ıssız sokaklarında yetim kalan bir kız.
2.Dünya Savaşı ile ilgili az çok bilgisi olan herkes Aushcwitz adını muhakkak duymuştur. Savaşın en çok insanlık suçuna sahne olan, başlarına da Josef Mengele gibi bir ruh hastası konulan bir insan mezbahası.
Bu cehennemin içinde 31.blok denen kısımda bir grup esir yahudi, okul kuruyor, şarkılar söylüyor, kitaplar okuyorlar. Kampta kitap okumak yasak ve ellerinde sadece sekiz tane kitap var ve bu kitapları nazilere göstermeden her derse götürmek ve saklamak zorundalar. Bir kütüphaneciye ihtiyaç duyan 31.blok sakinlerinin yardımına 14 yaşındaki Dita koşuyor. Kitaplarla yakalanmanın bedelinin ölüm olduğunu bildiği halde en sevdiği şey olan kitapları ölüm pahasına koruma görevini büyük bir zevkle üstleniyor. Kitabın adı da buradan geliyor zaten.
Gelelim kitabın içeriğine. Arkadaşlar kalbiniz hassassa, bazı gerçekleri kabullenemeyecek kadar zayıf bir yüreğe sahipseniz, bu kitaptan uzak durun. Bu kitapta Dr.Mengele denen şeytanın ''ayıklama'' dediği elemeden geçemeyen insanlara yapılanları anlatmak çok zor. Fazladan bir parça ekmek için kendini nazilere satan kadınlar, kadınlarına gözleri önüne tecavüz edilen ve artık duygularını ve hislerini kaybeden erkekler, asfalttan çamurlu su içen çocuklar, elemeden geçemeyip gaz odalarında dakikalarca can çekişerek cehenneme gözleri açıkken giden masum insanlar ve daha birçok şey.
Fakat biliyoruz ki kötülüğün toprağa ekildiği yerlerde dahi bir tutam aşk varsa, her şeye değerdir.
Aşka tutunan Dita, kitaplara tutunan Dita, 'umut' denen o soyut şeyi somutlaştırıp küçücük cebinde taşıyor.
Bu kitapta hoşuma giden şeylerden birisi karakterlerin gerçek olması, cellatlardan nazi bekçilere, esirlerden subaylara kadar herkes gerçek karakter. Ve kitabın içinde nazi bir askerin esir bir kıza aşık olması gerçekten çok derinden etkileyen bir durum. O kızın infazına göz mü yumacak yoksa o kızı kurtaracak mı okuyup görmenizi isterim. Ayrıca Anne Frank'ın Hatıra Defteri kitabının kahramanı Anne Frank de burada kalıyor ve Dita'nın arkadaşı. Ne tesadüf ama...
--KİŞİSEL YORUM--
Hemingway'in de dediği gibi 'savaş ne kötü şey' .
Bütün savaşlar insanlık suçudur,
Bütün savaşlarda kararları veren ve kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir psikopat diktatör vardır,
Özellikle 2.dünya savaşı , Hitler önderliğinde gerçekleştirilen bir kıyımdır.
'Çalışmak özgürleştirir' belki Hitler ama vicdan denen şey bir gün senin sofrana oturursa, yemek yerken boğulmak kaçınılmaz olur, tabi bir vicdana sahipsen....
Uzun zamandır gözlerim dolarak okuduğum böylesine derin yaralayan bir kitap olmamıştı.
''Kalplerimiz daha güçlü olduğu için biz onlardan daha güçlüyüz .'' s95
''Aslında 'Dönüşüm'ün yazarı, olacakları herkesten önce tahmin etmişti: İnsanların bir gece içinde canavar yaratıklara dönüşebileceğini görmüştü .'' s111