Gönderi

“Öyleyse, annem de öldü,” diye bağırdı küçük kız, elleriyle yüzünü kapatıp acı acı ağlayarak. “Evet, sen ve ben hariç herkes öldü. Sonra, bu yönde biraz olsun su bulabilme şansımızın olduğunu düşündüm, o yüzden seni sırtladım ve birlikte yolculuk etmeye başladık. Durumumuzun pek de iyiye gittiğini söyleyemem. İkimizinde son derece az bir şansı kaldı!” “Bizim de mi öleceğimizi söylemeye çalışıyorsun?” diye sordu çocuk, hıçkırıklarına hakim olup, gözyaşlarıyla ıslanan yüzünü kaldırarak. “Sanırım öyle demek istiyorum.” “Bunu neden daha önce söylemedin?” dedi, neşeyle gülerek. “Beni çok korkuttun. Fakat, ölürsek mutlaka anneme tekrar kavuşabiliriz.” “Evet, kavuşacaksın, yavrum.” “Sen de kavuşacaksın. Senin ne kadar iyi bir insan olduğunu ona söyleyeceğim. Bahse girerim elinde büyük bir sürahi suyla ve Bob’la benim sevdiğimiz, her tarafı kızarmış, sıcak, kara buğdaydan keklerle cennetin kapısında bizi bekliyordur. Cennete varmamız ne kadar sürer?” “Bilmiyorum - herhalde çok sürmez.” Adam, gözlerini güneydeki ufuk çizgisine dikti. Mavi gökyüzünde her dakika büyüklüğü artan ve hızla yaklaşan üç küçük nokta belirdi. Kahverengi beş büyük kuş oldukları hemen anlaşılan noktalar, iki yolcunun tepesinde daireler çizdikten sonra onlara tepeden bakan kayaların üstüne tünediler. Bunlar batının leş yiyici akbabaları ve ölümün habercisi şahinlerdi.
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.