Gönderi

"Ölümle nasıl yüzleşiriz? Bu soru, hayati tehlike arz eden bazı kritik anlarda kendini özellikle dayatsa da aslında bizi hiç terk etmez, bütün varoluşumuzu sımsıkı sarmalar. Ne de olsa insan bir gün mutlaka öleceğini bilen şu tuhaf hayvan değil midir? Tüm canlılar temel bir zafiyet duygusunu paylaşırlar şüphesiz. Ancak yalnızca insan, varoluşun geçiciliğinin bilincinde olan canlıdır. İlelebet sürmeyeceğini, başlamak zorunda olduğu bu hayatın bir gün nihayete ereceğini bilir. Doğum ve ölüm, varoluşun bu iki sınır hattı, dünyada sadece başkalarının başına gelen olaylardır, doğan ve ölenin ve dolayısıyla bunlar üzerinde hiçbir kontrolü olmayanların değil. Ölümü pekâlâ hızlandırıp yavaşlatabiliriz, intiharda olduğu gibi onu tahrik edebilir, ya da titiz bir bakım ve tedaviyle geciktirebiliriz. Ancak hiçbir zaman ölüp ölmeyeceğimizi seçemeyiz, aynen doğup doğmayacağımızı seçmemiş olduğumuz gibi. Hiçbirimiz doğumumuzla eşzamanlı değilizdir çünkü doğum, isteğimiz dışında gerçekleşmiş, asla mevcut olmayan ve dolayısıyla asla hatırlanamayacak olan mutlak bir geçmişi imler. Aynı şekilde ölüm de deneyimleyemeyeceğimiz fakat bir gün mutlaka olacak olan bir hadisedir zira o geldiğinde, ondan kaçamayacağımızı bilmemize rağmen, onu karşılayabilecek bir ben olmayacaktır. Hiç doğmamış olmayı hayal dahi edemiyor oluşumuzun doğumumuza dair bir şeyleri hep anlaşılmaz kılması gibi, aklımız da ölüm karşısında, yani kendi varlığımızın sırra kadem basması karşısında, çaresizdir. Dolayısıyla doğum ve ölüm varoluşun dış sınırlarını tayin eden hadiseler değil, var olmanın temel boyutlarıdır. Nasıl ki doğmuş olmak, her birimiz için pek çok belirlenimi ister istemez miras almak anlamına geliyorsa, gelmekte olan ölümümüzle yüzleşmeye de öyle mecburuz."
·
2 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.