Gönderi

318 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Lübnanlı yazar Amin Maalouf ile ilk tanışmam Afrikalı Leo romanı ile olmuştu. Afrikalı Leo'yu okurken karamsar denebilecek bir ruh hali içerisindeydim ve kaderimden memnun değildim. Bir şeylerin değişmesini, daha doğrusu düzelmesini istiyordum ancak bunun mümkün olabileceğini de düşünmüyordum. Afrikalı Leo, insan ömrünün ne kadar enteresan olabileceğini ve kaderimizde ne ile karşılaşabileceğimizi asla kestiremeyeceğimizi öğretti bana. Bu sebeple Amin Maalouf'un bendeki yeri bambaşkadır. Semerkant ise çok farklı ve büyülü bir zamana ve coğrafyaya götürüyor okuru. Böyle bir kitap da herhalde yalnızca Amin Maalouf'dan çıkabilirdi. Doğu'nun o hep anlatılan mistik ve baharat kokulu bir geçmişi/kültürü vardır ya, hani Batı'yı sürekli olarak içine çeken, işte o dünyanın kapılarını ardına kadar açıyor kitap. Roman iki ana kısımdan oluşuyor. İlk kısımda İran tarihinde çok önemli bir yeri olan 3 müthiş insanın hikayesi anlatılıyor: Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah. Her ne kadar bu üç önemli şahıs kitaba göre birbirlerini tanıyormuş ve yaşları birbirine yakınmış gibi gösterilmiş ise de esasında bunun doğru olmadığını biliyoruz. Neticede bu bir tarih kitabı değil, tarihi kişilikleri karakter olarak belirleyen kurgusal bir roman. Bu sebeple tarihsel konulara çok da takılmamak lazım. Aklımda kalan birkaç şeyi belirtmeden geçemeyeceğim. Ömer Hayyam çağına göre gerçekten de çok cesur bir adam, bunda hiç şüphe yok. Kendisinin rubaileri bugün bile birileri tarafından dile getirilse bu coğrafyada zor bir yaşam sürmek zorunda kalır. Oysa kitaba göre Ömer Hayyam sarayda kıymet gören ve fikirlerine başvurulan akil bir insan olarak resmedilmiş. Bu hoşgörü beni şaşırttı ve mutlu etti. Büyük Selçuklu Devleti'nin başında bulunan bazı sultanlardan bahsedilmiş ki bu beni hayal kırıklığına uğrattı. Örneğin Alp Arslan, Yusuf El Harezmi adlı bir kale kumandanı tarafından öldürülmüş. Üstelik bu kumadan Sultan'ın önüne getirilen bir esirken bu olay gerçekleşmiş. Sultan kibrine yenilip esiri bizzat kendisi öldürmek istemiş ve serbest bırakılmasını emretmiş. Esir serbest kalınca Sultan tarafından kendisine bir ok fırlatılmış ancak isabet sağlanamamış. Bunu fırsat bilen esir ise Sultan'ı herkesin gözleri önünde katletmiş. Bence bu utanç verici bir vakıa. Kitapta anlatılan bir başka sultan da Alp Arslan'ın oğlu 1. Melikşah. Henüz çocuk denebilecek bir yaşta tahta geçen bu sultan zamanında tahmin edilebileceği üzere eşi Terken Hatun ve veziri Nizamülmülk arasında iktidar paylaşılmış. Ölümü ise bazı kaynaklara göre Hasan Sabbah'ın kurduğu Haşhaşiler denilen suç örgütü tarafından diğer bir iddiaya göre ise Nizamülmülk'e bağlı adamlar tarafından gerçekleştirilmiş. Hasan Sabbah'a gelecek olursak, bana göre burada yazar Hasan Sabbah'a olduğundan fazla iyi niyetli yanaşmış. Hasan Sabbah çocukluğundan itibaren azimli ve başarılı bir gençken saraya kadar yükselmiş ancak Nizamülmülk'ün sabotajına maruz kalarak sürgün edilmiş. Bu duruma oldukça içerleyen Hasan Sabbah, Haşhaşiler örgütünü kurmuş ve malum olduğu üzere başta Büyük Selçuklu Devleti olmak üzere birçok üst düzey devlet adamına suikastlar düzenlemiş. Yazara göre Haşhaşiler örgütünün isminin uyuşturucu ham maddesi olan haşhaş bitkisinden geldiği iddiası doğru değil. Bu kelime dinin esaslarını benimseyen anlamındaki "esasiyun" kelimesinden türetilmiş. Yazar Haşhaşiler örgütünün mensuplarının uyuşturucu ile aldatıldığını kesinlikle reddediyor. Kitabın ikinci kısmına gelirsek, burada ise İran'ın meşrutiyet yolundaki çabaları üzerinden aslında tüm İran tarihi ve kültürü çok kısa bir şekilde özetleniyor. Tarihlere bakıldığında bizimle oldukça paralel bir zaman diliminde benzer süreçlerden geçilmiş. Orada da tıpkı Osmanlı'da olduğu gibi yüzü Batı'ya dönük ve meşrutiyetçi bir halk kitlesi ile gerici ve yobaz bir mollalar takımının acımasız rekabeti söz konusu. Kitabın bu kısmı ile ilgili olarak beni en çok etkileyen şeyden de bahsetmek istiyorum: İran mali sistemine çeki düzen vermek ve ülkenin diğer kapitalist ülkelere olan bağımlılığını sona erdirmek üzere görevlendirilen ABD'li bürokrat Schuster. Bu şahıs o zaman için insanlara çok ilginç gelen bir şekilde rüşvet almamış; mesleğini zenginleşme fırsatı olarak görmemiş; yalnızca monoton bir şekilde vazifesini ifa ederek İran devletini kalkındırmaya çalışmış. Bunu yaparken de adeta bir şirket idare eder gibi hareket ederek salt bilimsel kriterlere göre hareket ederek kararlar almış. Elbette meyve veren ağaç taşlanır düsturu ile kendisine rahat bir çalışma ortamı sağlanamamış, İngiltere ve Rusya'nın baskılarıyla bu şahıs ülkesine geri gönderilmiş. Böylece bana göre İran çok büyük bir fırsatı tepmiş. Bu inceleme yazısını nihayete erdirmek gerekirse, Doğu'nun gizemli kapısını cömertçe okurlarına açan; İran tarihinin en tanınmış üç figürünü bize tanıtan; İran'ın demokrasi yolunda yakın dönemdeki mücadelesini anlatan bu kitap mutlaka her kitaplıkta bulunmalı ve okunmalıdır.
Semerkant
SemerkantAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202062bin okunma
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.