Hayaller güzeldi. Her şey dâhildi.
Sınırsız ve sonsuzdu. Zaman ve mekân yoktu.
Yerçekimi, suyun kaldırma kuvveti, dünyanın güneş etrafında döngüsü, savaşlar, sınırlar, yasaklar yoktu. Sınavlar, iki kere iki dört ederler, yazları kurak kışları yağışlı geçerler, geçmiş olsunlar, başınız sağ olsunlar, sonu kötü biten romanlar, açılmayan telefonlar, bir proje gibi çocuk yetiştiren ebeveynler, takıntılı sekreterler, her şeyden şikâyet edenler, boş vermişler, tatil dönüşü beyaz giyip işe gelenler, kasıntı müdürler, asık suratlı memurlar, iş arkadaşlarına günaydın demek için yönetici olmayı bekleyenler, her şeyin doğrusunu bilenler... Hiçbir şey yoktu.
Özgürdük. Özgürlük her yerdeydi. İstediğin yerde, istediğin kişi olabilirdin. Çatlayana kadar patates kızartması, biftek yiyebilir, dünyanın dönüş yönünü değiştirene kadar içebilir, nefesin kesilene, kasıkların ağrıyana kadar gülebilir, günlerce hiç durmadan dans edebilirdin.
İstanbul’dan Paris’e, Londra’dan Montevideo’ya, New York’dan Prag’ a bir göz kırpması zamanda gidebilir, caddelerinde, meydanlarında aylak aylak turlayabilir, Paris’te serin bir sonbahar gecesi, sevgilin Audrey Hepburn’le bir sokak lambasının altında öpüşebilir, Casablanca’da Mavi Papağan’da Holly Golightly’le içki içip flört edebilir, Boğaz’da bir çay bahçesinde Kafka, Dostoyevski ve Oğuz Atay’la saatlerce sohbet edebilirdin.