Trene binerken iki büklüm, yüzü kırışıklarla dolu ama bembeyaz, melek gibi bir teyze vardı yanımda.
Ürkek ürkek benden tarafa bakıyordu ama ben ne zaman bakışlarımı ona doğrultsam hemen gözlerini kaçırıyordu. O söylemeye cesaret edemiyordu
ama ben anlamıştım meramını.
“Teyze elimden tut hadi! Ben yardım ederim sana binerken, ver o valizi de” dedim.
O ürkek bakışlar; gözlerindeki ışıltı ile yüzünde melek gülüşüne evriliverdi birden. Eski, tokalı, kahverengi valizini de ben aldım elime, zaten benim sadece sırt çantam vardı. Bir de beyaz poşetim. Üçüncü vagondaydı yerleri. Kocasının kulağındaki işitme cihazını arkalarından valizi taşırken gördüm. O yüzden amca konuşamamış benimle, teyzem de utancından seslenememiş
belli ki. Koltuklarını bulduk oturttum yerlerine. “Siz otura durun, ben de şu valizleri yerleştireyim” deyip valizler için boş yer aramaya başladım. Vagonun sonunda kapının yan tarafında bir boş yer buldum valizler için. Valizleri oraya yerleştirip tekrardan yanlarına döndüm.
“... Gayril magdubi aleyhim veleddalin. Âmin” dedi, yüzünü avuçlarıyla sıvazlarken.
“Teyzeciğim bir isteğin olursa ben arada dolaşır, gelirim yanınıza”
dedim.
“Ah guzum! Allah senden razı olsun, tekerine daş değmesin inşallah” dedi. Gülümsedi bana, elini öptüm, döndüm kendi vagonuma gittim. Ama teyzenin sesi vagona yayılmaya başlamıştı.
“Pek bi iyi oğlanmış; yardım ediverdi bize, bekâr mı acaba? Sormadım tüh. Bizim de alt komşunun kızı var okulu yeni bitirdi, öğretmen oldu.” cümlenin sonunu duyamayacak kadar ilerlemiştim. Bu sefer de ben gülümsedim...