Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Çocukları pek severim. Hayatta her insanın bir zaafı, bir iptilâsı vardır. Benim tek büyük zaafım da çocuk sevgisidir!"
Zavallılar "neye ihtiyacım olduğunu" bir türlü anlayamıyorlardı. Onlar "ihtiyac"ı yemek, içmek, giyinmekle... sadece "para" ile ölçüyorlardı. Her türlü menfaatin üstünde bir "aşk"la bir maksada bağlanmanın ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Maksat uğrunda ölmenin de güzel, pek güzel bir şey olabileceğini duyamıyorlardı. Bunu ömürlerince duymamaya "mahkûm"dular. Onlara için için acıyor; bazen kulaklarıma kadar gelen budalaca ve zalimce tenkitlerini bu merhametle karşılayarak hoş görüyordum. Ve hastalığım müddetince kapımdan hiç eksik olmayan "kasketli başlar"ın candan ilgileri ve sevgileri bana yetiyordu.
Sayfa 141Kitabı okudu
Reklam
Bilirsiniz, öğretmenlik -özellikle ilkokul öğretmenliği- sonsuz tahammül, sonsuz feragat ve fedakârlık isteyen bir meslektir. Güzel, çirkin; temiz, kirli; zeki, aptal; uysal, inatçı kırk elli küçük yaramazla uğraşmak; bütün bu küçük kafaların karanlıklarına bir bir ışık tutmak zor, pek zor bir iştir; her kişinin kârı değildir; ancak Tanrı'nın bu meslek için yaratmış olduğu kahramanlardır ki, bütün bir gençliği, bütün bir ömrü bu yolda harcarlar, harcayabilirler!
Sayfa 100Kitabı okudu
"Hakikat, doğacak güneştir, inan! Mümkün mü geceler sabah olmasın?"
- Zulmet, karanlık demek çocuklar. Ama buradaki manası, bildiğimiz gece karanlığı değil. Burada zulmet, "bilgisizlik, gerilik" demektir. Bütün güzel ve iyi şeyleri bize kaybettiren, göstermeyen; bütün kötülükleri de korkunç kara kanatlarının altında koruyan, geliştiren "bilgisizlik". Bu karanlık; gece karanlığına benzemez; insanların ve milletlerin en korkunç düşmanı budur...
Reklam
Eğer müfettiş bu berbat kâğıdı görmüş olsaydı, her kelimesi üzerinde, kırmızı kalemle yapılmış düzeltmelerden sonra altındaki "İstidadınız var!" cümlesi için kim bilir bana ne kadar gülerdi! Kendim de yazarken gülüyordum! Fakat bu, sihirli bir cümledir. Ve ben, bir çeyrek asra yaklaşan öğretmenlik hayatımda bu sihirli anahtarla birçok kapalı kapı açmışımdır!..
- Zeyno, babanın ölmüş olması ihtimalini neden düşünmüyorsun?.. Ölmemiş olsaydı, elbette sizi arayacaktı. Gözlerinin katı siyahlığı bir an yumuşadı, eridi, tatlılaştı: - Sahi mi hocanım!.. dedi... -Ya... Sahi... Belki de ölmüştür zavallı. Ve bu ihtimal ona âdeta bir umut, bir teselli oldu. Dünyada en çok sevdiği ve tek dayanabileceği insanın ölmüş olmasını, onun tarafından ihmal edilmiş olmaya tercih ediyordu!
Biz, o zamanlar, daima beraber bulunmamızdan kinaye olarak "Sacayak" diye takıldıkları üç arkadaştık ki nöbetlerimizi de hep beraber tutardık.
Ve ben durmadan onun kalbinin kapısını arıyor, fakat bulamıyordum. Onun iç dünyasına girebilmek için kapı değil, bir ince aralık bile bulamıyordum. Kendi kendini, gururunun yalçın dört duvarı arasında hapsetmişti!..
Reklam
Çocuk!.. dedim. Evlâtlar daima türlü yaramazlıklarla annelerini üzerler. Dünya kuruldu kurulalı bu böyledir. Şimdi bunun için kendini üzmekte mana var mı?
O sene baharda hastalanmıştım. Bin bir dert üstüne bir de hastalık bana pek çok güç gelmişti. ... - Kayalar yağsın! dedi. Küçük hanım! "Azizoğlu'nun yetimleri" kapıya dolmuş seni istiyorlar! Rahmetli, pek şen kadındı; her söze bir "Kayalar yağsın!"la başlardı. Anlamadan baktığımı görünce bir kahkaha attı ve açıkladı. -Talebelerin gelmişler, talebelerin! Bir anda baharı gördüm: Penceremden içeri sokulmuş olan eflâtun salkımları, uzakta masmavi ve apaydınlık yatan denizi gördüm ve bahçemde cıvıldaşan kuşları hayretle duydum! Onlar; birer birer yorgunluktan pembe pembe olmuş, güzel yüzleriyle çekingen çekingen, kapıdan giriyorlardı. Elleri kolları kır çiçekleriyle doluydu. Kadıköy'den Göztepe'ye çiçek toplaya toplaya yürümüşlerdi. Karyolanın üstü bir anda çiçekle dolmuştu ve ben mutluydum. Evet, daha bir dakika önce umutsuzluğun kara ve korkunç uçurumu içinde çırpınan ben, mutlu olmak mümkünse o kadar mutluydum...
Bu 15x20 santim ebadında, yüz yapraklı bir defter- di. Her öğrenciye altı sayfa ayırmıştım. Önce öğrencinin, babasının ismini, doğum yılını kaydettikten sonra onun bir tasvirini yapıyordum. Sonra aile durumunu -öğrenebildiğim kadar- oraya geçiriyordum ve daha sonra çocukların ruhları üzerine eğiliyor; acemî, tecrübesiz, bilgisiz gözlerimde sonsuz bir "bilmek, görmek, öğrenmek ateşi" ile onların iç âlemlerini tanımaya uğraşıyor ve yakalayabildiğim kımıldanışları her hafta büyük bir özenle kısa kısa cümleler hâlinde o sayfalara yazıyordum. Derslerden aldıkları notları da her öğrenciye ayırdığım bölümün son sayfasına geçiriyordum.
O sınıfa adım attığım gün duyduğum heyecanı, korkuyu, baş dönmesini ve o sınıftan her çıkışta hissettiğim tatlı gururu ve sevinci; başka hiçbir sınıfın eşiğinde duymuş değilim.
1.500 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.