Asil ruhlu bu genç insan ruhunu sakinleştirsin ve sevgi doldursun diye "Hoşgörü Tanrıçası" tarafından gönderilmişti. Ama nerede! O, üstünde yaşamakta olan tuhaf sakinlerinden bir gülücük bile beklemeden, bu soğuk dünyaya seve seve elveda diyordu.
Son nefesini veriyordu ve yanında, tek yoldaşı gaz lambası ve üzerine yüreğinde hissettiklerini işlediği birkaç parşömen kâğıdından başka kimseler yoktu. Gittikçe azalmakta olan gücünü son bir gayretle toparlayarak, ellerini göğe doğru kaldırdı; tavanı delip geçecek ve kapkara bulutların ardındaki yıldızları görebilecekmiş gibi gözlerini hareket ettirdi.
Sonra; "Ey benim güzel Ölüm Meleğim! Gel artık; ruhum seni özlüyor. Yanıma sokul ve yaşamın zincirlerini aç çünkü onları ayaklarımda sürümekten bıktım. Ey benim güzel Ölüm Meleğim! Gel artık ve onlara meleklerin dilini anlatmaya çalıştığım için bana yadsıyarak bakan komşularımdan uzaklara götür beni. Acele et ey barışçıl Ölüm Meleği! Ve onlar gibi zavallı olmadığım için beni bu izbeliğin bir köşesine terk etmiş olan kalabalıktan uzaklara taşı. Gel ey barışçıl Ölüm Meleği! Ve beni beyaz kanatlarına sar çünkü dostlarım bana ihtiyaç duymuyorlar. Ey Ölüm Meleğim! Kucakla beni, sevgi ve merhamet dolu; hiç bir zaman bir ana öpücüğünü tatmamış bir kız kardeş yanağına değmemiş, bir sevgilinin parmak uçlarını öpmemiş olan şu dudaklarıma dudakların değsin, bırak...
Gel al beni, ey sevgili Ölüm Meleğim" diye yalvardı.
Halil CİBRAN - Bir Ozanın Ölümü Onun Yaşamıdır.
Sf. 14