Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Annenizle ilişkiniz nasıldı? Annem beni her gün görüyordu, ama belirli saatlerde. Müthiş kategorik emirleri vardı. Mesela, mutlaka her şey yenecek, tabakta hiçbir şey kalmayacak. Bu o kadar kesin bir kuraldı ki, bundan kaçmak mümkün değildi. Bazen manasız huysuzluklar yapıyor, yemek yemiyordum. O zaman annem geliyor, benim odamdaki masada karşıma oturup bekliyordu. Ispanak gelmiş mesela, ben yemiyorum. Beni kısaltılmış ismimle çağırıyordu, "Nermerl" diye. Avusturyalılar her şeyi kısaltırlar, Nermin'i Nermerl yapmış, "küçük Nermin" demek. "Bitecek" diyor, o kadar. Fakat balo tuvaleti giyinmiş, operaya gidecek. Yalnız ben biliyorum abonmanı var, locada bir yeri var. Benim hesabıma göre operayı kaçırmamak için çıkıp gidecek. Ama o zaten çok gidiyor operaya. Onun için ısrarla oturuyor, karşı karşıya sessiz savaş halinde bekleşiyoruz. O bir şey söylemiyor, ben de söylemiyorum. Ben yemiyorum, o da oturmaya devam ediyor. Böyle birbirimize bakıyoruz. Tam bir sinir harbi. Evet, ama ben bu arada elbisesini tetkik ediyorum. Lacivert muare uzun bir elbise, üst dekolte kısmı inci ve mercanla işlenmiş. Büyük bir zevkle ona bakıyorum, ama o kımıldamıyor. Bu olay bir, iki, üç beş sürüyor. Her defasında aynı şey; en sonunda karar verdim ki, soğuk ıspanak, sıcak ıspanaktan daha beter.
Komünist yönetimin dorukta olduğu bir dönem. Bize şunu anlattı, binanın altında bir matbaası varmış, rejim değişince matbaayı elinden almışlar. Ama çalıştıracak kişi bulamadıkları için adamı müdür olarak yine matbaanın başına koymuşlar. Ben bir ara "Prag'da İngilizce çıkan bir gazete, rejimin getirdiği birtakım gevşetici tedbirlerden bahsediyor" deyince, adam birden yerinden fırladı ve "Eğer ajansanız, beni ihbar edin" dedi. Biz çok şaşırdık, "Bizim böyle bir niyetimiz yok, zaten bizi siz davet ettiniz" filan dedik. Komünist sistem altındaki günlük yaşam çok hüzünlü bir havaya sahiptir. İnsanlar hep korku ve şüphe içinde yaşar. Bu havayı ben birkaç kez teneffüs ettim. Hem ablamı Budapeşte'ye ziyarete gittiğim zaman, hem Yavuz'u kaybettikten sonra gittiğim Moskova' da böyle bir hava vardı. İnsanlar hiçbir zaman rahat olamıyorlar. Baskı çok açık şekilde kendini hissettiriyordu.
Sayfa 210Kitabı okudu
Reklam
Birkaç sene önce bunu da yasaklamışlardı...
Mesela meşhur "inek bayramı" var. Günümüze dek devam eden bir gelenek. Her sene mezuniyete yakın inek bayramı kutlanır. Okulun en çalışkan öğrencisini sembolize eden inek fakültenin bahçesine getiriliyor, süsleniyor püsleniyor. İnek bayramının kraliçesi ve kralı seçiliyor. Hoca kılığına girmiş bir öğrenci bir ferman okuyor. Bu fermanda öğrencilerin hocalar hakkındaki şikayetleri matrak şekilde dile getiriliyor, birtakım temennilerde bulunuyorlar, iktidarı adamakıllı eleştiriyorlar.
Sayfa 182Kitabı okudu
Bu burda dursun, lazım olur :D
Peki, bugünkü polemikleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Eskiden yapılan polemikler çok daha seviyeliydi, yani daha inceydi. Osmanlı döneminde de fevkalade ince esprili polemikler yapılırmış, yani bu adeta bir sanattı. Polemik yapmak zaten öyle herkesin harcı değildir. Oturup da ağız dolusu küfretmek, o küfürleri de nokta nokta işaretiyle belirtmek bir maharet değildir. Mesela şunu hatırlıyorum. Daha önce söylediğim gibi İkinci Dünya Savaşı sırasında bazı Yahudi profesörler Türkiye'ye gelmişlerdi. Bunlardan biri de son derece meşhur bir operatör, Prof. Dr. Ferdinand Sauerbruch'tu. Cerrahpaşa'da hocalık yaptı, sonra tekrar Almanya'ya döndü. Burada çalıştığı yıllarda dönemin Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu'nu da ameliyat etmişti. Fevkalade mahir bir cerrah. Yalnız ameliyat ederken, herhalde stresi gidermek için ya da Alman kültüründen gelen bir şey mi bilmiyorum, küfredermiş. Asistanları buna müthiş içerlermiş. Kendilerine "Hayvan, ver şu bisturiyi" falan deyince çok bozulurlarmış. Bundan dolayı profesörü şikayet etmişler. Hoca bunun üzerine "Siz beni yakışıksız kelimeler kullanıyorum diye şikayet etmişsiniz. Bundan sonra eşek olanlara eşek filan demeyeceğim, beyefendi diyeceğim" demiş. Bu laftan iki dakika sonra "Beyefendi bana şunu verir misiniz?" demiş. İşte hiciv, ince polemik böyle yapılır.
Sayfa 113Kitabı okudu
Beş sene yalnız yaşadım. Babası hayatta en sevdiğim erkekti. Bu kadar sevdiğim bir insanı kaybettikten sonra geriye kalıyor bir küçük erkek çocuk. Bu küçük adamı yanımdan hiç ayırmayabilirdim. Başka yerlere göndermek yerine yanımda tutabilirdim. Ama zannedersem ben anneliğimi bu konuda ispat ettim. Onun ilerlemesi, kabiliyetini geliştirmesi için benden kopması gerekiyordu. Hayatla yüzleşmesi, mücadele etmesi gerekiyordu. Ondan uzakta beş sene yalnız yaşadım. Ama onun iyiliği için bunu yapmam gerektiği konusunda kendimi sürekli telkin ettim. Genç annelere tavsiyem, kendilerini düşünmemeleri, çocuğun bir oyuncak olmadığını bilmeleri, yani sürekli sevilecek cici bir şey değil, bir insan yetiştiriyorsunuz. Yani bu açıdan bakarsan kendime iyi bir not veririm. Ama bu demek değil ki, ideal bir anneydim, tabii belki daha başka şeyler de yapabilirdim.
Sayfa 231Kitabı okudu
(Atatürk) Bize Kimlik edinme şansı verdi. Ben küçük bir kız olarak, bu büyük adamdan güç aldım. Atatürk bu toplumun kızlarının önüne idealler koydu.
Reklam
Hukuk ağır bir bölüm, okurken zorlandınız mı? Katiyen güçlük çekmedim. Birinci senenin her anını yeniden yaşayabiliyorum. Bir kere o senelerde Avrupa'daki Nazizm ve ırkçılık dolayısıyla Türkiye'ye davet edilen yabancı profesörler vardı. Mesela, Hukuk Fakültesi'nde Profesör Andreas Schwartz vardı. Andreas Schwartz derslerini Fransızca okutuyordu. Asistanı Türkan Rado idi. Gazeteci-yazar Şevket Rado'nun sonradan eşi olan Türkan Rado, Türkiye'nin ilk kadın hukuk profesörü ve ilk kadın Roma hukuku profesörü oldu. Benim de rol modelimdi. Gayet vakur ve güzeldi. Türkan Hanım'ı yakınlarda kaybettik. Üç kız kardeştiler. Diğer kardeşleri hayatta. Biri, Şevket ile Orhan Pamuk'un anneleri Şevkiye Hanım. Yani Türkan Rado, Orhan Pamuk'un teyzesi oluyordu.
Mesela Anglosakson tarzı Noel kutlamaları ile Kara Avrupası tarzı Noel kutlamaları çok farklıdır. Anglosakson tarzı kutlamada Noel Baba vardır, bizim Demre'den gelen Noel Baba. Halbuki Kara Avrupası'nda Noel gecesi İsa çocuk olarak gelir, yani Christkindl gelir. Yani bir bebek geliyor ve o dağıtıyor armağanları. Katolik inancına göre Noel Baba yok, kutlanan şey İsa'nın dünyaya gelişi. İşte dünyaya gelirken de beraberinde armağanlar getiriyor. Haftalarca onun heyecanı sürüyor. O yıllarda çam ağacı elektrikle süslenmiyor, gerçek mumlar konuyor ve o gerçek mumlar konduğu zaman, o ağaç bambaşka bir hal alıyor. Mumlardan yansıyan ışıklar titriyor ve insanı büyüleyen fevkalade bir hava oluşuyor. Düşün ki, 4-5 yaşında küçük bir çocuk olarak o günü heyecanla bekliyorum. Amerika'dan farklı olarak ağacın ışıklarını Noel gecesinde yakıyorlar yani 24 aralıkta, daha öncesinde değil. O zaman hole bakan kapılar aynalıydı; düşün, aynalı kapılar açılıyor ve koskoca bir ağaç, üstünde titreyen mumlar, altında hediyeler... Hiç unutamayacağım bir anıdır.
1946
O zaman bir milletvekilinin maaşı 220 lira. Ben de gazeteden 250 lira alıyorum.
Sayfa 123 - Nermin Abadan UnatKitabı okudu
Annelerin salonu sadece misafirler için açma gelenekleri... :))
Annenizin odası ayrı mıydı? Evet, karı koca ayrı odalarda, ayrı yataklarda yatıyorlardı. Neden öyleydi? Bilmiyorum, onların tercihi, ama Avrupa' da çok yaygın, bugün de çok bulursunuz. Mesela, benim bir akrabam var, Ankara'da doğmuş bir hanım, bir Alman'la evlendi. Kocası müzik dinleyerek ve ışığı açık tutarak uyumayı seviyor. Kendisi de karanlık istiyor, onun için ayrı yatıyorlar. Annemin hem ayrı bir yatak odası hem de ayrı bir giyinme odası vardı. Salona girmeme izin vermiyordu, ama giyinme odasına girebiliyordum.
25 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.