"Ah, gençliğiniz elinizdeyken değerini bilin! Günlerinizi sıkıcı kişileri dinleyerek, ciğeri beş para etmeyenleri adam etmeye çalışarak boşa harcamayın; hayatınızı cahillere, adilere, kabalara adayarak yazık etmeyin. Yaşayın! İçinizdeki şahane ömrü sürün! Hiçbir şey boşa gitmesin. Her an yeni heyecanlar arayın. Hiçbir şeyden korkmayın.. Yepyeni bir hedonizm: İşte yüzyılımıza gerekli olan bu."
"Düşündüğümde her şey saçma geliyor; hissettiğimde her şey tuhaf geliyor; istek duyduğumda, isteyen, derinlerimdeki tuhaf bir şey. Ne zaman içimde bir devinim olsa, devinenin ben olmadığımı fark ediyorum. Hayal kurarken, bir başkasının kaleminden dökülüyormuş gibi oluyorum. Hissettiğimde, sanki beni boyuyorlar; istek duyduğumda, nakledilecek bir mal gibi bir arabaya tıkıyorlar beni, galiba bilerek bir yere yolluyorlar, ben ise, ancak oraya vardıktan sonra gerçekten istemiş oluyorum gitmeyi. Amma karışık işler!"
Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?
Hayatımda mutlu günlerim olmuştu elbette, ama mesele sadece mutluluk değildi. Önemli olan yaşadığını, hayatın bir anlamı, bir değeri olduğunu hissetmekti..
Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?
“Hiç soba borusu temizlememiş, kar kürememiş, suyu donmamış, elektriği kesilmemiş insanların köy yaşamını övmesi... Daha samimiyetsiz çok az şey vardır.”