Vapur Ada’ya doğru gümbürdeyip giderken… ben, alt kamarada buram buram terlerken, deve tellal, keçi berberken… seni andığım, görmeden sevdiğim için alabildiğine sevinçliyim, mesudum.
Kitabı bitirince mutluluğu kazanırım diye düşünüyordum, kazanamadım İki yıldızı bu yüzden kırıyorum. Kitabın ince olmasından anlamalıydım zaten mutluluğun öyle kolay kazanılamayacağını. İşin şakası tabi. Siyaset felsefesi denince Farabi de durur mu? Yazmış bu kitabı; Aristo’dan Platon’dan da harmanlamış fikirleri ve bambaşka bir öz oluşturmuş. Bu kitapla işin renginin başka olduğunu ispatlamış. Filozofun, hükümdarın, imamın aslında günün sonunda aynı kişi olduğunu söylemiş. Tabi bu bahsedilen sıfatlar içi boş olanlardan olmayacak. Hatta bunu da vurguluyor “sahte filozof” diyerek. Ve din ile felsefeye de öyle bir değiniyor ki mukayesesinde zihinde fırtınalar, şimşekler oluşturuyor. Sonuç mu: Felsefe>Din diyor. İncecik kitap ama konuşulacak çok şey var. Özellikle ilk sayfasında bana “Vaaaay!” dedirtti problem çözme konusundaki bakış açısıyla. Sayfa sayısı ile ters orantılı- yüksek yoğunluklu bir kitap.
De Bono düşünme üzerine düşündürüyor bizi. Doğru bildiğimiz yanlışlar ile yüzleşirken duyguların önemine de değiniyor kırmızı şapkayı takarak. Altı şapka, altı renk ile düşüncenin süzgeçten geçmesini, haritada belirmesini sağlıyor. Sağlamasını yapmak isterseniz en basit durumda bile tekniği deneyebilirsiniz.
Menteş anlattı Karataş izletti, kurgu felsefi sohbet derinleşti. Güzel göndermeler var: Menteş yine yapmış sporunu. Dostoyevski bölümünde Raskolnikov baştasıyla köşede beliriyor, Menteş muhabbette kendini “Kumarbaz” Aleksey diye tanıtıyor…Bunlar en belirgin olanları.
Takdim kısmında “Hafife Alma” karakteri ile karşılaşıyoruz. Belki sonraki kitaplarında yeniden karşımıza çıkacak, belki de çoktan var olmuştur.