- " (...) Var olduğu zannedilen; zann, insan faaliyetinin mahiyetidir, mutlak olmayışını da ifâde eder… Bunun yanında, “şunun şöyle olması için” kesin bir kanaate erersek de, o şeyi “bilinen vasıtalarla” isbat edememeye de; yâni, “o öyle değilse”, sözkonusu mevzunun bütün verilerinin değerlendirilişinin iptaline varan… Meselâ “her şeyin zıddıyla kaim olması”nın bir mütearife ve bedahet ifâde etmesine karşılık, “yok”u objeleştiremiyoruz; onu ne beş duyu, ne akıl, ne ruhî çaba ile deneyebiliyoruz. Söyleyebildiğimiz şey, her varlığın yokunu da, kendi varlığının zıddı olarak isbat edişine dair, bir anlayış. “Ölüm kendini akla yokluk şeklinde ifâde eder!” derken, böyle bir atıf içindeyiz; bu atıfta, “yok bir vardır!” hükmü ve yokluğun nitelenişi de var. “Yok” lâfzı içinde, ne kadar çok niteleniş olduğu da belli olmadı mı? “Var bir vardır” hükmü, “Yok bir yoktur!” hükmüyle eşit… Bu, “Varlığı bir vacib-Varlığı zorunlu bir varlık” mevzularının geçtiği yerde, ucu “Mutlak Fikrin Gerekliliği”ne sarkan zaruretlere kadar çıkan bir dava… İnsan faaliyetleri, gelişen, kurulan, çözülen ve çöken bir mahiyettedir; Mutlaklık izâfesi, mümkün olmayan… Mutlak Fikir, bir zaruret; o, bu iddiada olan hangisidir ve ister kabul edersin, ister kabul etmezsin meselesi mahfuz, çerçevelediğimiz şekilde “Varlığının Zaruriliği”, herkes için geçerli bir husustur…"
(Salih Mirzabeyoğlu-Ölüm Odası B/Yedi: Takdim (İman Ve İslâm Atlası)-Baran Dergisi, 402. sayı)