Adam,o sabah çay-simit sırasında göz göze karşılaştı kadınla çok kısa bir lahza.Kadında bir çift şehla göz,çocuksu bir çehre,çekingen bir eda..
Sonra farklı yollara ayrıldılar.
Köy yollarında başını minibüs penceresine dayayarak uçsuz bucaksız tarlaları, çorak ve çıplak dağları izlerken anlıyorduk ki adına insan denilen bu meş'um varlık viladetten kusurlu,yarım ve nakıstı.
Öyle ki noksan yarısını tamamlamadan,bir kadının gür gölgesinde barınamadan katılamıyordu hayata dahi,hakkıyla.
Ne mevsimler doldurabiliyordu bu boşluğu,ne tabiat ne de yolculuklar.Onulmaz o yarık bir türlü iyileşmiyordu.
Varoluşun bu sancılı devam istenci,kendini biteviye çalkanımlarla tekrarlıyor;bedeni ve ruhu zaptederek kişiye sevinçle birlikte elemi de böylece zerkediyordu.
Her sabah milyarlarca kalabalık güne yalnız başlıyor,birbirlerine yakınlaşmama adına daimen müstahkem duvarlar yükseltiyordu.
Böylelikle pörsüyor,böylece yaşlanıyordu koca dünyanın bu zavallı meskunları.
Üstelik, başkalarının aşkıyla başlıyordu yaşamları -şairden
mülhem- lakin başkalarında değil kendi kesif yalnızlıklarında umarsızca tüketeceklerdi ömür andaçlarını..