“Tanrım! Neden seviyor beni bu kız? Ben neden seviyorum onu? Neden karşılaştık? Bütün suç Andrey’de. Çiçek hastalığı gibi ikimize de o bulaştırdı bu sevgiyi. Ne biçim bir hayat bu, baştan sona heyecan ve endişe dolu! Huzurlu bir mutluluğa, sakin bir hayata ne zaman kavuşacağım ben, Tanrım?”
Alnında “damat, damat!” yazıyordu sanki. Ama teyzenin onayını istememişti daha. Para yoktu cebinde, ne zaman olacağı da belli değildi. Köyden kendisine bu yıl ne kadar geleceğini de bilmiyordu; köyde bir evi bile yoktu... Ne parlak bir damat adayı!
Reklam
“Peki, bizim gözde gençliğimiz ne yapıyor? Nevski Bulvar’ında dolaşınca, salonlarda dans edince uyuyor sayılmıyorlar mı? Bu coşkunluk içinde günlerini boş geçirmiş olmuyorlar mı? Üstelik, kendileri gibi giyinmeyen, onlarınki gibi isimleri ya da ünvanları olmayan insanlara anlaşılmaz bir zorbalıkla nasıl yukardan baktıklarını görüyorsunuz. Dahası, toplumdan üstün olduklarını da sanıyor zavallılar.
Ama ölü değil de ne bu insanlar? Onlar da oturarak uyumuyorlar mı?
Kendimi bildiğimde sönmekte olduğumu hissetmiştim. Dairede evrakların başına oturduğum anda tükenmeye başlamıştım. Daha sonra, ne yapacağımı bilmediğim gerçekleri kitaplarda okurken tükendim… Amaçsız, soğuk, samimiyetsiz dost toplantılarında dedikodular, iftiralar, boş gevezelikler, arkadan konuşmalar, saçmalıklar dinlerken tükendim… Mina için yok ettim, tükettim kendimi… Gelirimin neredeyse yarısını harcadım ona, onu sevdiğimi hayal ettim; Nevski Bulvar’ında kürk mantolar, kunduz yakalıklar arasında hüzünlü, tembel yürüyüşlerimde tükendim; iyi bir damat adayı olarak bellendiğim akşam toplantılarında, kabul günlerinde tükendim; ilkbaharın geldiğini istiridyelerin, ıstakozların çıkmasıyla, sonbahar ve kışın geldiğini de kabul günlerinin başlamasıyla hatırlayarak, yazın belirli günleri gibi herkes gibi boş boş dolaşarak, tembel tembel uyuklayarak, kentten yazlığa, yazlıktan Gorohovaya’ya taşınarak tükendim… Gururumu bile nelere harcamadım ki? Ünlü bir terziye elbise ısmarlamak mı dersin… Önemli bir kişinin evine davet edilmek için mi desem… Prens P. ‘nin elimi sıkması için mi desem… Evet, gurur hayatın tuzu biberidir derler! Nereye gitti bütün bunlar? Yoksa ben mi anlayamadım hayatı ya da hayat mı bir şeye yaramıyor? Belki ben daha iyisini göremedim, kimse de göstermedi bana.
...artık dışarıyla ilgisi kalmamış, gün geçtikçe evine kök salmaya başlamıştı.
Reklam
Aman Tanrım, insanın her gün, dünyada neler olup bittiğiyle ilgili bilgi toplaması, bunlarla kafasını şişirmesi, sonra da bütün bir hafta durmadan bunları konuşması nasıl bir şeydir!
“Hiç birinin aydınlık, sakin değil yüzü. Sanki birbirlerine değişik bir sıkıntılı kaygı bulaştırıyorlar, birbirlerinde hastalıklı bir şey arıyorlar. Bari gerçeği bulsalar da hem kendilerine hem çevrelerindekilere bir yararı olsa… Bir arkadaşları başarılı olunca yüzlerinde renk kalmıyor. Bazılarının tek düşündüğü var: Yarın mahkemeye gidecektir, beş yıldır sürmektedir dava, karşı taraf kazanacaktır, beş yıldır içinde sakladığı amacına kavuşacaktır: Düşmanının ayağını kaydıracak ve onun boşalttığı yere kendi mutluluk binasını dikecektir. Beş yıl boyunca gidip bekleme odasında oturmak… Hayatın ülküsü amacı bu mudur? Bir başkası, her gün daireye gidip saat beşe kadar oturmak zorunda olduğundan yakınır, bir başkası da böyle bir mutluluğa kavuşamadığı için derin derin iç çeker.”
Oblomov can sıkıntısıyla, "Aman Tanrım!" dedi. "Evlenmeyi düşünecek kadar eşekler de var demek dünyada!"
Dışarı ile bağlantısı azala azala kendi hayatının dışında kalan her şeyden ürküyor, çekiniyordu.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.