ve günün birinde yıldız, delicesine sevdiği gökyüzü uğruna bütün enerjisini harcayarak ölmüş, fakat gökyüzüne adadığı bir ömür için asla pişman olmamış. âşkla geçen bir ömür, asla boş geçmiş sayılmazmış.
derler ki, ne zaman gökyüzünde bir yıldız kaysa gökyüzüne âşık yıldız bir anlığına parlar ve kayan yıldızı izleyen kişinin gönlünü aydınlatırmış.
âşk ve maraz, ihanet ve yara, ömür ve hafıza; dünyada bulunmanın bahaneleri, dünyada bulunmanın halleridir. işte bunlar üstüne düşünüyorum, kaç zamandır, burada, bu dingin bahçede, bu sessiz odalarda. “sana gelmek için ağrımı uyandırmaya çalıştım ama olmuyor. mayalanmış o, mantarlanmış, beni bilmiyor.” çok zamandır bunlar: sessiz ayaklarım, sessiz konuşmalarım, sessizlikten neredeyse unuttuğum nefeslerim, iççekişlerim. ellerim, çiçekler, bahçe.
inceliğim, dal gibiliğim, ellerim… insanın hayatla kurduğu ilişki en çok ellerinden okunurmuş. ellerimden okunuyor: sakin, zarif, yavaş, kuru. usul usul saça, yaprağa, suya, kapıya değiyor. usulca günü geceye, geceyi güne çeviriyor. ellerim, hayata karşı yeni bir merhamet.
sana gelmek için doğruldum ama olmuyor. ben bu nezaketle ve boynumda yaralı iki salyangozla ancak durabiliyorum. bölük pörçük bir cümle hatırlıyorum ama hatırladığım da hatırlamak olmayabilir!
içine bırakıldığın o yıkıntının çöp değil tabut olmasını dilemişsin. dans ettiğin dizlerine çiviler çakan, seni çağıran kör kuyular yalan. tenimin altında bir cennet yatıyor. teninin altında bir cennet yatıyor. ama bil ki bendeki cehennemi sen var ettin.