"Elmassss bunlaaaarrr!" diye çığlık atıyor. "Çok değerliler!" Ona göre öyle. Ben de ciddiye alıyorum. "Oğlum, onlar sadece cam parçası, sıradan taşlar..." desem de değişmiyor durum. Çünkü o çocuk. İnsan olmanın saf halini yaşıyor, özünü
temsil ediyor.
Bir de biz büyüklerin "Elmasss!" dedikleri var. Uğrunda kan
döktükleri elmas. Paha biçemedikleri elmas. Çocuğun elmas
sandığı cam parçası değil, gerçek elmas. Bana sorarsanız, o
elma da "bize göre" öyle. Ben de ciddiye almıyorum. "Kardeşim, onlar sadece cam parçası, sıradan taşlar." desem de değişmiyor durum. Koca koca adamlar. Önemli kadınlar... Mühim iş adamları. Ciddi iş sahipleri. Piyasadan haberdar olanlar.
Diyorum ki: "Çekin bakalım insanları yeryüzünden. Alın
insanın bakışını eşyanın üzerinden. Bakın, altının kıymeti kalıyor mu? Anlayın, elmas kıymetli mi hâlâ? Tüm bu piyasa işleri, değerli taşlar, envanterler, karatlar, ayarlar vs. bizim birbirimize anlattığımız, anlattıkça inandığımız hikâyeler sadece..."
O çocukça tutuştan başka sermayemiz yok: Tuttuğumuzu
altın yapıyoruz. Sevdiğimizi elmas yapıyoruz. Hepsi bu... Değerli dediğimiz biz değer verdiğimiz için değerli, değerli dediğimiz için değerli. Sadece bu...
Değer, insanın bakışında başlıyor. Değer, insanın bakışına
bakıyor. Bakışı elmas insanın.