Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsan kendi geçmişinin mirasçısı olamaz, çoktan yok edilmiş olması gerekeni kendini içinde taşımamalı, ben kendi içimde çoktan gömdüğüm ölümün, zaman zaman toprağı yararak gün yüzüne çıktığını görürsem dehşete kapılırım çünkü yalnızca benim için, beni kendi yanına dibe geri götürmek için geri geliyordur. Buna gücüm yok.
Türk basını ve edebiyatı neyi ötelemesi gerektiği konusunda uzmandır, neyi görmezden gelmesi gerektiği konusunda biriciktir.
Reklam
Cezaların en acımasızı insanlardan koparılmışlık. Uzak tutulmak, iğdiş edilmek. Bütün yalnızlaştırılmış kahramanlar gibi, bütün yalnızlaştırılmış sıradan insanların arasında olmak. Bir yerden sonra çabalamaktan da vazgeçiyorsun, görünür olmayı reddediyorsun.
Demir sürgünün açılmasına duyulan umut. Ve o derin sessizliklerde hep birilerinin adımı çağırıyor oluşu. Emin olmak için kulak kabarttığımda sesi gerçekten de duyuyor olmam. Bu hücrede ne umabilirdi insan? Bu hücrede ne öğrenebilirdi? Boşlukta asılı kalan düşüncelerden kendisine savunmalar yapabilirdi. Özgürlüğünün ilk gününe güzellemeler yapabilirdi. Ama bunlar da acı verir bir süre sonra ve özgürlük umudu duvarda bulunan bir çatlağa, o çatlağın kıvrımlarına, ancak bir tırnağın girebileceği kadar aralanmış yarığa indirgenir. Doğal olarak susar insan, bu zorunluluktan susmayı öğrenir, kendini duymayı öğrenir, eylemsizliğin bir görkemi olduğuna inanır. Duvardaki bir çatlağın gelişigüzel kıvrılan damarlarına tırnağını sokma saplantısı, bir hücredeki en anlamlı şeye dönüşebiliyorsa, insanın çevresinde olup biten, onu girdabına alan her şeye bulaşmaya duyduğu tutku anlaşılabilir.
Mahkemeden tutukluluk kararı çıkınca kulağıma fısıldanan ilk şeydi bu. Gardiyanımla aramı iyi tutmalıymışım. Cennette huriler neyse, burada da gardiyanlar onlarmış. Bu bir ölüm kalım meselesiymiş. Öyleydi de. Onların dediği olur, onların sözü geçer, onlarla öldüğünü, onlarla yaşadığını hissedersin.
Hücrenizi nasıl tanımlarsınız?
Sürekli bir yer değiştirmece, sanki beş katlı bir binanın zemin katından orta katlara, sonra çatıya ve gerisingeri yeniden zemine dönüş. Hücrem, demişti kadın yazar: Uzunluk 3 metre 40 santim, genişlik 2 metre 80 santim, yükseklik 2 metre 10 santim. Çiğ bir mavi, yer yer beyazlıklar oluşmuş, duvar diplerinde rutubet ve küf kokusu, sanki İstanbul’un uzak, yoksul semtlerinden birinde bir gecekondunun, asla isıtılmayan, yorgan ve yastıkların istiflendiği bir dip odası.
Reklam
Tabiri caizse, demişti kadın yazar fotokopileri masaya bırakırken, bu ülkede her şey, devlet tarafından üzerinize atılan suçlar birer onur mücadelesine dönüşüyor. Çünkü iktidar suçun tanımıyla oynamayı, onda delikler açmayı, içini boşaltmayı seviyor. Evet, bu koskoca bir komedi değilse nedir, demişti. Kakafonide sesinizin çıkması olanaksız, bir neticeye varılması mümkün değil, karşınızda iştahla gülen polisler var, demişti, iştahla sırıtan savcılar var ve pişkince sizden çalacakları yıllara doğru esneyen hâkimler var.
Sorgunun hiç başlamama ihtimali, can çekişen bir geyiğin kalbini söküp almaya benziyor. Size asla başlamayacak bir sorgu sürecinin içine itildiğinizi, asla gerçek bir yargılamanın olmayacağı bir tutsaklık yaşatacaklarını anlatmak istiyorlar. Bunu da en aşağılık yoldan, sizi alıkoyarak, ciddiye almayarak yapıyorlar.
Bu anlaşılabilir bir çaba, daha doğrusu açıklanabilir bir durum. Her zaman en uzak olana yöneliyoruz, gözden kaçmış olana, siz benden daha da uzağa gittiniz ve o kadar uzaktan bizim içimizde en geride bırakılmış olana, en uzakta bulunana elinizi uzatıyor, ona dokunuyorsunuz.
İki dünya arasındaki kapılar sonsuza kadar kapanmıştı. Kalıntılar vardı, moloz yığınları vardı, ama oraya gerçekten dönmemi sağlayacak olan duygulardan yoksundum.
792 öğeden 521 ile 530 arasındakiler gösteriliyor.