Önce gözbebekleri,
atropinle büyütülmüş gibi.
Kim düşer mavi kuyuya?
Kim örter gökyüzünü?
Kim söz eder bir diğerinin
yıkamadığı elden?
Sonra yakınlığı
dişlerin ve dilin.
Kehanette bulunmak kolaydır.
Hiçbir kuş arada
"Guguk" demez.
Gelen, düşünceden yoksundur.
Kim örter üstünü düşlerin?
Kim yazar küçük yazıyla:
Karadır omuzları gecenin.
Uzun bir süredir
Derin uyumamıştım bu kadar.
Zamanla öğrenilir yeniden:
Kurur kuyular.
Bunu farklı görüyorum
- kelimeler
kapitalizmin artıkları-
Bunu öyle görmüyorum.
Kar diyorum ve ağzımda
1929 kışı.
Su, diyorum, bir kez daha
Kuzey Denizi'nde boğularak.
Ateş. Bir elim
yanmakta
son savaştan beri.
Özgürlük diyorum ve hâlâ
bilmiyorum ne söylediğimi.
Bazıları bekler
mutluluğun belirmesini
-bir profil, duvara atılmış,
kapının uzanabildiği.
Ölüm bir zaman-oyunudur,
öncesinde yaşamla,
içinde nereye olduğunu bilmeksizin
hep kanadığımızı
hissettiğimiz.
Zaman geçip gider.
Her şey bağlıdır birbirine
- demek istediğim dikkat et:
"kültürün tasvirinde bireyler basit
birimler olarak görünürler."
Gerçekte yapmak istediğimiz,
beklemektir,
bizi boğacak kelimeleri
boğazımıza dizecek kişileri.
Hep aynı şarkı
-yalnızca böyle.
Yaşıyorum.
Bu kısa melodi.
Fazla olmasın bir defada.
Saymıyorum günleri.
Değişirken durumlar defalarca
sözü olmaz onların.
Benimse var. Yeterli
bugün için, ilerletir beni
bazen eğer ben
başka kapıların önündeysem
ve geceleri olması gereken
bir pencere ışıklıysa, tadına varılabilen
güzelliğin bir noktası gibi.
Bana yararı olmaz
nasıl hayatta kaldığımı
kimsenin fark etmemesi.